Ne zamandır gezi planlarımızın arasındaydı Hataya gitmek; ama bir türlü ayarlayamamıştık. Nihayet 23 Nisan tatili de araya girince, hadi bakalım Hatay yolcusu kalmasın diye bir anons duyuldu bizim evde.
Uçak biletleri alındı, bavul hazırlandı. İstikamet Hatay. Şansızlık bu ya, günlerdir İstanbul’dan kalkan uçaklar, rüzgârlardan ötürü sürekli ya rötarlı ya da iptal oluyordu. Havaalanına varana kadar gözüm sürekli telefonda, ya iptal edilirse, ya rötar olursa diye tühtühlenip duruyordum. Bir yandan da kötü düşünme kötü olmasın. İyi düşün iyi olsun diye de kendimi telkin ediyordum. Çok şükür havaalanına gelip de, ekranda rötar olmadığını görünce derin bir oh çekip, bavulları teslim ettik. Anonsla birlikte uçağa bindik. Uçağa binmesine binmiştik de, pilot uçuş sıramızın 25 olduğunu söyleyince bir anda benle birlikte tüm uçağa daral gelmişti. El mecbur bekleyecektik. Neyse zaman su gibi geçti, dediysem de inanmayın.
Nihayet uçağımız Hatay Havaalanına inmişti. Güneşli, rüzgârlı güzel bir Hatay bizi karşıladı. Hatırlarsanız, kışın yağan yağmurlar neticesinde Asi nehri taşmış, havaalanı sular altında kalmıştı. İnanın üzerinden kaç ay geçmesine rağmen su birikintileri hala etrafta mevcuttu. Hemen bavullarımızı ve kiraladığımız aracı alıp, ver elini şehir merkezi dedik.
İlk işimiz otelimizi bulmak oldu, kaldığımız otel Antik Beyazıt oteliydi. Aslında otelden ziyade burası 1903 yılında konak olarak inşa edilmiş hatta konak olarak kullanıldığı zaman Mehmet Akif Ersoy gibi birçok ünlüye de ev sahipliği yapmış. Daha sonradan konak, Türkiye Cumhuriyeti tarafından kiralanarak adliye sarayına dönüştürülmüş. Şuanda da otel olarak hizmet vermekte. Burayı herkese tavsiye ederim zira hem temiz hem personeli ilgili hem de şehir merkezinin göbeğinde.
Öğle vaktiydi ve karnımız zil çalıyordu. Hafif bir şeyler atıştıralım diye dolanırken ilk lezzet durağımız olan Abdo Döner karşımızdaydı. Efendim burası lezzet fırtınası estiren iki katlı bir mekân. Hemen Abdo Döner’e adımımızı atıp, doğru yukarı kata çıkıp, masamıza kuruluyoruz.
Ben soğanlı, maydanozlu döner dürüm siparişi verirken, eşim tabakta döner siparişi verdi. Sabırsızlıkla, dönerlerimizi beklerken masamıza ilk önce nane tabağı geldi. Daha sonraki günlerde buranın vazgeçilmez yeşilliğinin nane olduğunu anlayacağız. Derken dönerlerimiz geldi. Dürüm döner, ince lavaşın içerisine bol döner, üzerine özel domates sos, bol soğan ve maydanoz ile hazırlanmıştı. Daha ilk lokmada domates soslu döner ağzımda eridi valla. Tabaktaki döner ise, döner üzerine domates sos dökülüp, ince lavaşlarla servis edilmişti. Dönerle beraber el yapımı ayranımızı da içerek, yemek olayını bitirip, hesabı isteyerek mekândan ayrılıyoruz. Şimdi etrafı keşfetme zamanı.
Çarşıda kısa bir tur attıktan sonra istikamet Uzun Çarşı. Uzun Çarşı, bizim Kapalıçarşı’yı andırıyor. Yok, ben kaybolurum diye hiç telaşlanmaya gerek yok. Rahatça gezip, kaybolmak serbest. Nasılsa her kapı çıkışa çıkıyor. Uzun çarşıda ne ararsanız var. Ayakkabıdan tutun, nalbur malzemelerine kadar her şey mevcut. Tabi bizi bunlar değil yiyecek maddeleri ilgilendiriyor. Defne sabunu çarşıda çeşit çeşit, mis gibi. Baharatlar deseniz buram buram kokuyor. Her yerde birçok kasap var. Tabii ki kasabın olduğu yerde fırın da var. Hatay, künefenin başkenti olunca, adım adım kadayıf yapan dükkânlar olduğu kadar künefeciler de var. Esnaf deseniz ayrı bir yazı konusu ben bu kadar yardımcı bir esnaf görmedim. Ellerinden ne geliyorsa yardım adına her şeyi yapıyorlar. Hiçbir esnaf birbirini kötülemiyor. Hem etrafı gezip hem de yarın ki öğle yemeği planlarımız için mekân bakıyoruz. Aynı zamanda da Hataya gelip de envai çeşit o kadar peynirlerin içinden peynir almadan İstanbul’a dönülmez deyip, güzel bir peynirci araştırıyoruz.
O kadar gezip yorulunca, biraz dinlenelim, düşen şekerimi yerine getirelim deyip künefe yemek için Çınaraltı Künefeye giriyoruz. Burası Ahmediye Camisinin içinde bulunan, ufacık bir dükkân. Çınaraltı künefe Yusuf Usta deyince akan sular duruyor. Nedeni ise Yusuf ustanın, hala eski usulde künefeyi pişiriyor olması. Yani kömür ateşinde ağır ağır. Beklemeye sabrı olmayan bile bu lezzet karşısında saatlerce bekleyebiliyor. Bütün masalar dolu. Neyse ki şansımıza bir grup kalkıyor da bizde masaya hemen geçiveriyoruz.
Hemen künefe siparişimizi verip, beklemeye başlıyoruz. Öyle hemen siparişimiz gelmiyor tabi. Ben masada durur muyum hemen soluğu içerde alıp, şu künefe nasıl yapılır bakıyım diyerek, dükkânın içine giriyorum. Dükkân ufak, bir o kadarda sıcak malum künefe halis muhlis kömür ateşinde yapılıyor. İlk önce yağlanan tepsiye bir güzel kırılmış kadayıf iyicene yayılıyor. Daha sonra arasına bir kat peynir serpilerek, üst katına da kadayıf döşenince, kömür ateşinde başlıyor pişmeye.
Alt katı pişince, Yusuf usta tepsiyi alt üst yapıp diğer katı pişiriyor. Pişme işlemi üzerine şerbet atıldıktan sonra son buluyor. Artık siparişiniz nasılsa o şekilde servis ediliyor. Ben bol fıstıklı, kaymaklı istediğim için hiç pişman olmuyorum. Hemen künefemi yiyip, şekerimi normale döndürüyorum. İsterseniz buradan pişmiş künefeyi paket olarakta alabilirsiniz, isterseniz kargo bile yapıyorlar. Anlayacağınız Çınaraltı Yusuf Ustanın namı her yere yayılmış. Künefelerle vedalaşıp, Çınaraltı’ndan ayrılıyoruz.
Biraz daha Uzunçarşı’yı gezip, otelimize dönüyoruz. Dinlenip, akşam yemeği için hazırlık yapma vakti. Gündüz gezerken, bir yandan da akşam nerede yemek yeriz diye bakınırken, otelimizin yakınında bulunan Anadolu Restaurant’ı notlarımız arasına almıştık. Resepsiyondan da olumlu bir tavsiye alınca, akşam yemeğini Anadolu Restaurant’ta yemeye karar verdik. Anadolu Restaurant, daha önceleri konut daha sonra kahvehane, kütüphane ve en son olarak da lokanta olarak hizmet vermeye devam etmiş.
Burası büyükçe bir mekân olup, menüde hem balık hem et var. İçerisi gayet ferah. Kapıda bizi şef garson karşılayıp, masamızı gösteriyor. Masaya oturur oturmaz, menüyü isteyip yöresel yemeklere göz atıyoruz ve midemizi, bize karşı ilgisini eksik etmeyen garsonumuz Mithat beye teslim ediyoruz. İlk önce masamıza nane tabağı ve taze soğan geliyor. Gerçekten ben böyle şeker tadında olan taze soğan tatmamıştım. Pidenin içine koy taze soğanı, ye. Derken mezeler sıra sıra gelmeye başladı. İlk önce cevizli biber geliyor, içinde biber salçası, ceviz, kuru ekmek ve kimyon var. Tadı harika. Yeşil zeytin salatası ise kırılmış zeytin, domates, zeytinyağı ve nar ekşisiyle tatlandırılmıştı. Babagannuş ise köz patlıcan ve biber zeytinyağıyla karıştırılmıştı. Ben bir fark göremedim açıkçası. Hatay’ın olmazsa olması humus ise gerçekten güzeldi. Hatay’da birkaç farklı yerde humus tattım, inanın hepsinin tadı farklıydı. Humus bol zeytinyağıyla tatlandırılmış, ortasına da maydanoz konulmuştu. Sanki sıcak pideyi bandıra bandıra yemek için yapılmış. Ezme, her yerde aynı fakat üstüne halis zeytinyağını dökünce, işler o zaman değişiyor işte. En favori mezem ise kekik salatasıydı. Taze kekik içine ince doğranmış taze soğan ve minik minik kesilmiş domates, zeytinyağı ve nar ekşisiyle enfes bir salata ortaya çıkmıştı.
Bu mezeler gözümüzü ve midemizi şenlendirmişti ki, masaya ara sıcak olarak çiğ köftemiz geldi. Hatay’da çiğ köfte bizim İstanbul’da ya da Urfa’da yediğimizden farklı. Hataylılar çiğ köfteyi, kavrulmuş kıymanın içine katılmış ceviz ile servis ediyorlar. Bizim masaya gelen çiğ köftede aynı bu şekildeydi, ek olarak üzerine zeytinyağı dökülmüştü. Biz de usule uygun davranarak ilk önce çiğ köfteyi aldık sonra kıymaya batırarak yedik. Diğer ara sıcağımız ise saç oruğuydu. Bildiğimiz içli köftenin yassı olanıydı. İçine konulmuş yoğun kimyon tadı, burnunuza ve damağınıza tam anlamıyla hitap ediyordu. Kızartıldığı halde, içine yağı çekmemişti. Onun da lezzeti yerindeydi.
Sıra ana yemeklerdeydi. Bize önerilen kağıt kebabını es geçerek, şefin tavsiyesiyle ortaya et şato, terbiyeli tavuk ve beyti kebap söylüyoruz. Bu üç ana yemekte birbirinden güzel ve lezzetliydi ama; bana kalırsa gecenin kralı, afili ismiyle et şatoydu. Kıyma baharatlarla tatlandırılıp, içine incecik kıyılmış maydanoz, kırmızıbiber, antepfıstığı ve kaşar eklenip iyicene yoğrulup, pişirilince servis ediliyor. Terbiyeli tavuk ise baharat ve biber salçasıyla karıştırılıp, bir gece dinlendirilip, pişirilmişti. Tuzlular etabını bitirip sıra tatlıya gelmişti. Menüdeki tatlı seçeneklere bakmaya ihtiyaç bile duymadan, seçimimiz belliydi. Tabii ki künefe. Bol fıstıklı, bol şerbetli, sıcak künefemiz masadaki yerini çoktan almıştı. Tüm yemekler güzel olur da, künefe kötü olur mu?
Anadolu Restaurant’tan karnımızı fazlasıyla doyurarak, kendimizi Antakya sokaklarında yürümeye veriyoruz. Sanki biraz fazla mı kaçırdık ne?
Abdo Döner
Adres: Mısırlıoğlu Cad. No:19 Antakya. Telefon: 0326 212 7546
Çınaraltı Yusuf Usta Künefe
Adres: Ayakkabıcılar Çarşısı Pazar Sokak Ahmediye Camii No: 2 Antakya. Telefon: 0326 212 6888
Anadolu Restaurant
Adres: Hürriyet Cad. No:30/A Antakya. Telefon: 0326 215 3335
Tüm fotograflara bayıldım , yemekler sabah sabah insanı yoldan çıkarır. Lezzet dolu bir gezi olmus :) darısı basıma diliyorum :))
YanıtlaSilSevgiler
Pelince :)
Benim yaziya cok aciktiriyor dedim ama bu fena olmus.. Ustelik hatay'da :( valla uzun zamandir da gitmek istiyordum artik sart oldu. Hepsini not aldim ozellikle kunefeci kacmaz!! Cok sagol bu guzel yazi icin, turkiye duraklarina devam..
YanıtlaSilElinize sağlık her tarafı çok güzel anlatmışsınız resimlerde gerçekten harika.
YanıtlaSilTakıldığım tek bir yer oldu,ben istanbulda kapalıçarşıda çalışan bir hataylıyım.Hatay imalatı ipek diye resmini yayınladığınız eşarp ve fularlar tamamen Hindistan malıdır.Burada yani istanbulda kapalıçarşının her yerinde olan ürünler bunlar.Size iyi çalışmalar dilerim...
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim.Bahsettiğiniz eşarplar, Antakya Harbiyede çok fazla tanınan Yılmaz İpekçilikte çekilen resimdir. Resimdeki eşarplar gerçek ipek bizzat test edildi:)
Silhatay a gidip de mozaik müzesi ni görmediyseniz çok büyük kayıp...
YanıtlaSilMerhaba
SilHatay'a gidipte, Mozaik müzesini görmeden dönülür mü? Elbette gittim, gezdim ve çok beğendim:)