Güneşli, güzel bir güne merhaba diyerek, erkenden güne başladık. Planımız, sıkı bir kahvaltı edip, doğru masmavi denize, kumsala kendimizi atmaktı. Kahvaltı için terasa çıktığımızda açıkçası zayıf bir kahvaltı bekliyordum da bu kadarını beklemiyordum. Kahvaltımız kaşar peyniri, jambon, haşlanmış yumurta ve ekmekten oluşuyordu. Pek bunlar bizi kesmez diyerek ilave olarak kaşarlı, mantarlı omlet birde söğüş domates, salatalık söyledik. Her ne kadar omlet kaşarlı değil de beyaz peynirli yapılmış, olsa da yedik.
Hemen üzerimizi değiştirip, doğru arabamıza atladık. Bugün otelimizin önündeki plajda değil, değişik plajlarda denize girmeye karar verdik. Direksiyonu kırdığımız gibi istikamet Notos Beach. Buranın plajlarından bahsetmek gerekirse, isteyen istediği otelin plajından faydalanabiliyor. Bir şeyler yiyip, içtiğiniz takdir de ücretsiz şezlongu, şemsiyeyi kullanabiliyorsunuz. Yok, ben otelde değil de halk plajına gideceğim derseniz. Orada da ücret karşılığında şezlong ve şemsiye kullanabilirsiniz. Biz iki şezlong, bir şemsiyeye 5€ ödedik.
Bu arada ufak bir hatırlatma, adanın bazı plajlarında üstsüz hatta çıplak güneşlenmek serbest. Olurda görürseniz şaşırmayın derim. Öğlen yemeği vaktine kadar bol bol denize girdik, güneşlendik. Sıcak bastıkça, buz gibi frappelerimizi yudumladık. Öğlen yemeği için gecen sene gidip de, tadı damağımızda kalan San Antonio Beach Restaurant'a gitmeye karar verdik. Adından da anlaşılacağı üzere burası adanın en güzel plajlarından biri olan San Antonio Beach’te bulunuyor. Plaj alabildiğince uzun ve kumlu. Etrafta plaja sıfır olan bir kaç tane otel var. İşte bu otellerden biri de San Antonio Beach Apart. Aslında burası otelden ziyade pansiyon. Birde önüne restaurant yapmışlar. Oldubitti iste. Dışarıdan pek albenili durmasa da, öğle vakti ana baba günü, boş masa bulmak zor. Allah'tan 2 kişiydik de hemen bir masa ayarlandı. Yoksa açken yemek yiyenleri izlemek hiç keyifli değil. Aslında buranın öyle çok uzun bir geçmişi yok. 1989 yılında kurulmuş. En önemli özelliği aile işletmesi olması, yemeği yapanlarda aileden, servis yapanlar da aileden. Birlikten kuvvet doğar mı’ nın en güzel örneği. Zeytin ve çam ağaçlarından oluşan; güzel bir bahçenin içinde, ahşaptan mavi masalar ve sandalyeler. Tavanı asma yaprağı kaplı. Sürekli etrafta bir hareket. Kimi yemek yiyor, kimi laptopunu almış oyalanıyor.
Nihayet garsonumuz geldi de sipariş verebildik. Aslında tasalanmaya da gerek yok. Mutfakta kadınlar arı gibi çalışınca, yemekler hemen servis ediliyor. Buranın geniş bir menüsü var. Aklınıza ne gelirse. Makarnadan tutunda balığa, etten tavuğa, pizzaya kadar. Masadan aç kalkmak imkânsız. Menüdeki seçenekleri görünce yine aç gözlülüğümüz tuttu valla. Şunu da bunu da deneyelim derken yine masayı donattık. Yalnız dikkatimi çoğu masalarda üzeri delikli, toprak kaplar çekti. Acaba bunlar neyin nesi deyip düşündüysek de bir anlam veremedik. Yemeklerimiz geldikten sonra ne amaçla konulmuş olduklarını anlayacaktık. Siparişlerimiz gelmeden önce, masamıza hafif kızartılmış ve dilimlenmiş baget ekmeği geldi. Üzerine zeytinyağı ve kekik serpilmişti. Kazınan mideye ilaç gibi geldi valla. Daha sonra yavaş yavaş masamız şenlendi.
İlk vazgeçilmezimiz kabak kızartma, evde pek fazla kızartma yapılmayınca ve dolayısıyla yenmediği için burada kızartma sevdamız tavan yaptı valla. Acısını resmen çıkarttık diyebilirim tek tesellim, yüzerek azda olsa alınan kalorileri eritmek oldu. Bak konuyu yine kilolara getirdim. Efendim ne diyordum, evet kabak kızartması. Kabaklar incecik kesilip, yine bir güzel una bulanıp, kızgın yağda kızartılmıştı. Tadı aynı daha önce yediğimiz kabakları aratmıyordu. Kabakların tadının yanı sıra görüntüsüne de ayrı bir özen gösterilmişti. Kabakların altına ince kıyılmış kıvırcık yaprakları döşenip, ayrı bir tabağın içine de bol sarımsaklı ve salatalıklı cacık koyulmuştu.
Yoğurt ve türevi şeyleri çok sevdiğimiz için ayrı yetende bir porsiyon cacık istedik. Her ne kadar yoğurt uyku getirse de, ne biz cacıktan ne de cacık bizden vazgeçiyordu.
Soğuk mezeler arasında daha önceki restaurantların menüsünde kabak çiçeği dolması görmemiştik. Buranın menüsünde görünce, fırsatı kaçırmayıp onu da denemeye karar verdik. Her zaman ve her yerde bulunmayan bu lezzet üstü kabak çiçeği dolması benim en sevdiklerim arasında. Karşıma çıkınca mutlaka tadarım. Buranın kabak çiçeği dolması da hem yüzümü hem de midemi güldürdü. Öncelikle kabaklar restaurant'ın arkasındaki bahçede bizzat kendileri tarafından yetiştiricinde, taze olmama gibi bir şansı yoktu. İçine bol miktarda maydanoz ve nane koyulmuştu, pirinçler ne çok pişmiş ne de diri kalmıştı, tuzu baharatı da yerinde olunca, değmeyin keyfime. Tattığıma hiç pişman olmadım.
Fakat bu güzel yemekleri yerken, bu yemeklere ortak olmak isteyen sevimli birileri de çıka gelmişti. Bu sevimli birilerini kedi sanıyorsanız yanıldınız. Davetsiz misafirlerimiz arılardı. Tamam insanlık alemine faydaları büyükte, yemek yerken arı tarafından sokulma tehdidi de fena bir duygu yaaa. Benim oflamamı, poflamamı gören garson elinde, önceleri ne olduğuna anlam veremediğim toprak kabı alıp masaya bıraktı. Meğersem bu kapların içine kahve koyulup, yakılmıştı. Haliyle kokan yanık kahve de arıları kaçırmaya yetmişti. Oh be dünya varmış deyip, arı sokma paranoyasından kurtuldum. Artık sıcaklara başlama vaktiydi. İlk önce kalamar mı, ahtapot mu söylesek diye düşünürken. Yan masada son sürat yemek yiyen Alman aileye koca bir tepsi içerisinde, hani bizim yangınlı meyve gibi bir balık tabağı getirildi. Denizden ne çıkarıldıysa, pişirilip tepsiye koyulmuştu. Bizde bir anda eşimle göz göze gelip bizim onlardan ne eksiğimiz var derecesine; bizde bundan istiyoruz ama iki kişilik olsun deyip, sipariş verdik. Balık tabağını beklerken midyeli pilavımız geldi. Dün yediğimiz deniz mahsulü pilav çok tuzluydu, bakalım bu nasıl? Öncelikle pilavı, beyaz bir midye kabuğunun içinde servis ettiler. Bu çok basit ama bir o kadar da ince bir ayrıntıydı. Biz de bu kabukları daha çok balık lokantalarında ya akvaryumun içine atarlar ya da duvara süs diye asarlar. Çoğu kişinin aklına bile gelmez servis tabağı olarak kullanmak. Midyeli pilavın içine yemeklik soğan yerine bol taze soğan koyularak pişirilmişti. Bunun dışında küp küp doğarmış kırmızıbiber ve dereotu vardı. Ana malzeme olan midyeler ise bol bol koyulmuştu. Kimi midye kabuğun içinde kalmıştı kimi ise kabuktan çıkmıştı. Pilav bizlerin yaptığı gibi susuz değildi. Tam tersine pilav risottoyu andırıyordu. İçine midyelerin haşlama suyu ve hardal karıştırılmıştı. Hardaldan ötürüde pilavın rengi sarıya çalmıştı. Hardaldan pek haz etmeyen eşsimin, payına düşeni de ben yeyince pek bir mutlu oldum valla.
Sırada karışık balık tabağımız vardı, görünüşü Almanların ki kadar ihtişamlı olmasa da bizimki iki kişilik olunca biraz sönük kalmıştı ama önemli olan tadıydı. Ve test etme vakti. Öncelikle tabakta, iki çeşit hazırlanmış sardalye vardı. Biri orta kılçıkları alınıp birbirine yapıştırılmış sardalye ki bu ızgara yapılmıştı. Diğeri ise kılçıklarıyla bırakılıp, yağda kızartılmıştı. Ben ızgarayı daha çok beğendim. Da ha önce hiç duymadığım, adının Türkçe Morina, İngilizcesinin codfish olduğu bir balık yedik. Kroket olarak pişirilmişti. Dondurulmuş, hazır balık olduğunu sanıyorum. Tad olarak fena değildi. Diğer bir balık ise tanıdık olan ama pişirilmesi farklı olan dil balığı. Genelde şiş olarak yediğim dil balığı burada fileto olarak hazırlanıp, ızgara da pişirilip üzerine kekikli bir sos dökülmüştü. Sos sayesinde balık yumuşamış sanki ıslatılmış ekmek gibi bir tat halini almıştı. Tadı fena değildi. Balık tabağının içerisinde daha önceden yediğimiz haşlanmış midye, yağda kızartılmış kalamar ve ahtapot, ızgara yapılmış ahtapot bacağı, jumbo karides ve daha önce yemediğim ahtapot köftesi de vardı. Ahtapot köftesi, aynı kıyma gibi çekilmişti, içine bol karabiber ve taze soğan koyulmuştu. Yassı şekil verilerek pişirilmişti. Ben pek fazla tadını beğenmedim. Köfteyi yerken ahtapotun düğmeleri ağzına geliyordu, rengi de mor ve pembe arası olunca pek ilgimi çekmedi. Ayrıca tabakta iki tane sos bulunuyordu. Biri bizim bildiğimiz taratordu, diğeri ise ismi nedir bilmiyorum ama rengi açık pembeydi. Muhtemelen içine toz kırmızıbiber koyulmuştu. Tat olarak tarator sosa benzese de içindeki yoğun mayonez tadı baskındı. Balık tabağına garnitür olarak patates salatası, dilimlenmiş domates ve ince kesilmiş kıvırcık yaprakları konulmuştu. Tadına vararak balık tabağını bitirdik.
Hesabımızı istedikten sonra ikram olarak ufak likör bardaklarında tatlı geldi. Soğuk muhallebinin üzerine vişne sosu dökülmüştü. Soğuk soğuk balığın üzerine iyi geldi valla.
Mutlu ve mesut bir şekilde San Antonio Beach Restaurant’ı terk ettik. Olurda yolunuz Potos tarafına düşerse burayı şiddetle tavsiye ederim. Bu arada son not; yemeklerde kullandıkları sızma zeytinyağı, kendi zeytinlerinden imal ediliyor. Aynı şekilde kendi üzümlerinden sirke ve şarap yapıyorlar. Kalamar ve ahtapotlar yazın pahalı olduğu için bunlar kışın yakalanıp, dipfrize konuluyor, yazın afiyetle tüketiliyor.
Soğuklar 3,5- 5 Euro
Sıcaklar 5-7 Euro
Ana yemekler 7- 15 Euro
Midemizi doyurmanın verdiği keyifle, kah denize girdik kah şekerleme yaptık. Bir gün daha geçerken o masmavi deniz’ e veda edip, akşam için hazırlık yapmaya başladık. Kaldığımız otelin sahibi çok cana yakın bir beydi. Her cümlenin sonunu bravo deyip onaylamasından ötürü eşimle aramızda bay bravo lakabını taktık. Akşam yemeği için dışarı çıkarken, bay bravo ile karşılaştık. Akşam nerede yemek yiyeceğimizi bilmediğimizi söyleyip, kendisinden bir tavsiye aldık. Eğer ki seyahat ediyorsanız ve yemek tavsiyesi almak isterseniz en iyi kaynak orada yaşayan insanlardır. Çünkü orada yaşayanlar genellikle turistlerin gittiği yerleri tercih etmekten çok, kendi yerel lokantalarını tercih ederler. Biz de bu doğrultu da ilerleyerek, bay bravo’nun çizdiği yol haritasına bakarak yola çıktık. Gideceğimiz yer hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Sadece Limeniara bölgesini geçince, Mariana açık hava sinemasını bulup, arabamızı park edecek, karşımıza çıkan sahil yolunda yürüyünce, görecektik. Bizde bu tarifle beraber yola çıktık. Her ne kadar Mariana açık hava sinemanın aslı olmayıp, ismi yaşatılsa da, sora sora Bağdat bulunur misali sahile indik. Evet, karşımızda Aginis restaurant. Sahibi Majanas bizi karşıladı. Burası sahilin hemen yanında,10 masalı, mavi sandalyeli, sıcacık bir mekan. Üç katlı bir binanın alt katını mutfak yapmışlar, önüne de masaları atıp, olmuş sana sıcacık bir mekan.
Masaya oturur oturmaz, kağıttan masa örtümüz serildi. Menüye neler yeriz diye göz attık, gözümüze alışılmışın dışında değişik bir şey çarpmadı. Vazgeçilmezimiz cacık (tzatziki). Daha önce tattıklarımızdan tek farkı yoğun sarımsak tadını almamız oldu. Sarımsağı çok seven eşim için mutluluk kaynağı, benim içinse hafif hüsran.
Her öğünde yediğimiz kabak kızartmadan vazgeçip. Bu kez karışık kızartmadan istedik. Karışık kızartmanın içinde patlıcan, kabak ve biber vardı. Kabaklar una bulanmadan, yuvarlak kesilmiş ve zeytinyağında kızartılmıştı. Sebzeler zeytinyağında kızartılınca daha hafif olmuştu. Yanına da sadece süzme yoğurt koyularak servis edilmişti.
Sıcak sıcak servis edilen kalamar tava ise yumuşacıktı. İstanbul’da kalamar tava istediğiniz de, karşınızda sadece halka halka kesilmiş kalamar bulursunuz, bacaklarını kızartmak adetten değildir genelde. Ama bana kalırsa en güzel yeri de orasıdır ama nedense kıymeti bilinmez. Burada ise kalamarın hiçbir uzvunun heba edilmediğini gördük. Yumuşacık olan kalamarın üzerine bol limon sıkarak lüplettim.
Daha önceleri ahtapotu ızgara edilmiş şekliyle yemiştik. Burada güneşte kurutulmuş ahtapotu denedik. Ahtapotun üzerine zeytinyağlı sirkeli bir sos dökülmüştü. Bu sos ahtapota hem değişik bir tat katmıştı hem de yumuşamasını sağlamıştı. Ben pek fazla beğenmedim, çünkü biraz sertti, özellikle ince kısımları kıtır kıtırdı.
Bu akşam çok fazla mezeye yumulmadan, biraz da balık yiyelim dediğimiz için Majanas’ı dinleyerek ya barbun ya da sargos tavsiyesiyle karşılaştık. Bir gece önce barbun yediğimiz için, seçimimizi sargostan yana kullandık. Beyaz eti ve yağlı yapısıyla tadı harikaydı. Şef, balığı kurutmadan, suyu ve yağını içine hapsedercesine pişirmişti. Bize de yemek düşmüştü. Izgara olarak pişirilen sargos balığı, yanında domates ve limonla servis edilmişti. Üzerine ince kıyılmış maydanoz serpilmişti. Bence biraz da zeytinyağı serpilseydi daha güzel olabilirdi. Ama bu haliyle de midemizi şenlendirmeye yetti.
Yemek bittikten sonra finalimizi tatlıyla yaptık. Burada da gelenek bozulmamış, tatlı ikram edilmişti. Revani, vanilyalı dondurma eşliğinde önümüze kondu. Rahmetli babaanneciğim, bu tatlıyı pandispanya adıyla yapardı. Bayramlarda bizlerin meşhur tatlısı olan dilmeyi yapmadıysa mutlaka yerine pandispanya yapardı. Akşam yemeğinde onu da anmak varmış diyerek tatlımızı yedik.
Başlangıçlar 2,5- 5 Euro
Ara sıcaklar 6-9 Euro
Balıklar 6- 12 Euro
Bu huzur dolu sessiz, dalga sesleriyle keyiflendiğimiz akşam yemeğimiz sona ermişti. Yarın kürkçü dükkanına dönme vaktiydi. Bir daha ki ufak kaçamakta buluşmak üzere Thassos adasına veda ettik. Eğer ki sizlerde bizim gibi Bodrumun, Çeşmenin kalabalığından sıkıldıysanız. Thassos adasını tavsiye derim. Geçerli bir pasaport ve schengen vizeniz varsa haftasonu kaçamakları için ideal bir rota. Hem denizin hem de ucuz, lezzetli yemeklerin müptelası olacaksınız…
Demek instagramdaki o güzel foto buradanmış :). Harika görünüyor her şey ama özellikle kabak kızartma ve plajların güzelliğine takıldım. Yunan adalarından biri şart oldu :). Sevgiler,
YanıtlaSilhttp://tuzvekarabiber.blogspot.com/
evet fotolar buradan:)kesinlikle tavsiye ederim yıldız. Haftasonu kaçamakları için ideal bir rota, yemeklerde ayrı bir güzel, deniz ise harika ötesi:)
SilThassos da prinosa gidecegiz nasil bir yer
SilBende yemeklere takılı kaldım :)) lezzet geçiti olmus .. En kısa zamanda gitmeli .. Sevgiler canım
YanıtlaSilPelince
Valla deniz ürünleri bir harikaydı,kesinlikle tavsiye ederim pelin.
SilDeniz pırıl pırıl, kalamar tava nefis görünüyor:) İştah kabartan bir yazı olmuş. Elinize sağlık!
YanıtlaSilKIVIRCIK GEZGİN
Pınar Hanım,
YanıtlaSilYazınızı okuduktan ve fotograflarınızı gordukten sonra bu yaz rotayı Thassos'a cevirmeye karar verdim..Sanırım siz Haziran Ayı içerisinde oradaymışsınız..? Rica etsem deniz suyu sıcaklığı hakkında bilgilendirme yapabilir misiniz? Zira Çeşme denizi kadar soğuk ise bizim için biraz ızdırap olabilir..Bir de sınırı geçerken uluslararası ehliyet soruyorlar mı?
Çok teşekkürler..
merhaba
Silkesinlikle doğru rota Thassos adası, tavsiye ederim:)deniz suyu haziran ayı içerisinde gayet güzel, çeşme kadar soğuk değil.Zira bende pek fazla soğuk denizi sevmiyorum. Bunun dışında uluslararası ehliyet soruyorlar, bunu almanız lazım:)
sevgilerle...
merhabalar pınar hanım
YanıtlaSilyazılarınızı okudum çok güzel anlatmışsınız gitmeden duramayacağım sanırım
ben adaya ferry ile kavaladan gitmeyi düşünüyorm
orada sanırım prinos a sefer var
eğer bana tavsiye edebileceğiniz kalınabilecek güzel özellikle plaja yakın bir otel veya bölge tavsiye edebilirseniz çok sevinriim gitmeden önce booking.com dan rezervasyon yapmak isterim.
teşekkürler
gökhan kahraman
Merhaba Gökhan bey,ben kavaladan gitmedim hiç, keramotiden ferry ile geçtim.Adanın merkezi olan Potos veya Limenaria bölgelerinde kalmanızı tavsiye ederim. biz şuana kadar adanın Potos bölgesinde kamari beach hotel de kaldık, otel temiz ve önü hemen kumsal, san antonio diye geçiyor kumsal ve çok güzel. hemen yanında san antonio beach apartments var bungolav tarzı evler var ve önü kumsal. royal paradise beach otel de güzel kamari beach e göre daha lüks bir tesis tabi fiyatıda:) yemekleri falanda güzel plajı da güzel, tesisin içinde herşey mevcut bizim 5 yıldız kategorisinde. onun dışında Pefkari bölgesinde Esperia hotel var orası da denize çok yakın, fiyat olarak ucuz,orası biraz daha pansiyon tarzıydı lüks değildi oda ehh işteydi:)ben adanın en çok potos bölgesini seviyorum. birde arabamızla gittiğimiz için istadiğimiz plaja gidip denize girebiliyoruz. mesela potostaki royal paradise otelin hemen yanında çok güzeş bir plaj var patikadan aşağıya iniyorsunuz gerçekten deniz harika tavsiye ederim.
Silbizim kaldığımız oteller bunlar, herkesin otel anlayışı farklı olabiliyor ama potos bölgesini tercih edin derim çünkü merkez orası.
iyi tatiller:)
çok teşekkürler pınar hanım
Sil