KARADAĞ GEZİSİ 1. GÜN

“Bayram gelir, hoş gelir; çalışanlara tatil pek bir güzel gelir” nidalarıyla tatil planları hazırlandı. Nasıl yapsak, nereye gitsek acep derken. Kendimizi Karadağ sahillerine gitme planı yaparken bulduk. Malum bu sene ramazan bayramı yaza gelince, oralarda da hem gezeriz hem de denizin tadına varırız bari diyerek, başladık büyük günün gelmesini beklemeye. Sayılı gün çabuk geçer derler ya, vallahi de şıp diye geçti. Ne zaman yola çıktık, dağları bayırları aşıp geçtik ve ne zaman eve döndük inanın hiç anlamadım.  Hadi bakalım, sıra neler yaptığımız anlatmaya geldi, buyurun bakalım sizde gezimize ortak olun.
Uçağımız sabah 8’de olunca, daha horozlar ötmez iken, havaalanına doğru yol aldık. Rötarsız, sağ salim uçağımıza bindik. Kısa bir yolculuk sonrasında nihayet Üsküp Havaalanına indik. Amanın o da ne? Üsküp’ü sular seller götürmüş. Dışarıda yağmur, bizde yazlık kıyafetler, ayakta şıpıdık terlikler. Bomboş, ufak bir havaalanı karşıladı bizi. Biran önce bavulu kaptığımız gibi kiraladığımız aracı teslim aldık. Aracı teslim alırken, Türk olduğumuzu duyan görevlilerle aşağıdaki diyalog gerçekleşti.  Ve seyahatimiz boyunca bir klasik halini aldı.
Soru :“Nerelisiniz?”
Cevap : “Türküz”
Karşımızdakinden gelen tepki aynen şu oluyordu: “ Muhteşem Yüzyıl, Süleyman, Hürrem”. Anlayacağınız Türk dizileri oralara kadar ulaşınca, nerede Türk görseler bu cümleler ağızlarından dökülüyordu.
Geziye başlarken tek planladığımız şey, ilk önce Ulcinj’e gidip, gece orada konaklamaktı. Sonraki günlere dair hiç plan yapmadık. Artık yollar bizi nereye götürürse diyerek yola çıkıp, Ohrid üzerinden gideriz diye düşünsek de, aracı kiraladığımız şirket bize farklı bir rota çizdi. Hiç risk almadan, vardır bir bildikleri diyerek yola koyulduk. Yol güzergâhımız şu şekildeydi: Üsküp (Skopje)- Prizren- Kukes- Puke- Vau i Dejes- Shkodra- Ulcinj-Budva-Kotor.
Üsküp’ten yola çıkarken yol güzeldi.  Fakat Arnavutluğa yaklaştıkça maalesef yol çok kötü bir hal aldı. Yol hem bozuktu hem de geliş gidişti. Yol ha şimdi düzelir derken karnımızda acıkmaya başlamıştı. Vau i Dejes- Shkodra arasındaki yol geliş gidiş olunca yol almakta biraz zorlaşıyordu. Araba kullananlar o kadar yavaş kullanıyorlardı ki çıldırmak içten değildi. Düşünün önünüzde ki araba 50km hızla gidiyor ve ne hızlanıyor nede yol veriyor.  Durum böyle olunca sinirlerimiz biraz gerildi. Yol boyunca sağlı sollu bir sürü lokanta ve araba yıkama, tamir servislerini izleyerek yol aldık.
 Ulcinj’e doğru yol alırken,   öğle vakti de olunca, hafiften karnımız acıkmaya başlamıştı. Vau i Dejes- Shkodra arasında bir lokantaya girelim diye düşündük. İnsan oraların yabancısı olunca nerede, ne yiyeceğini de şaşırıyor tabi. Bizde neresi kalabalık, vardır bir keramet diyerek; yol üzerindeki kalabalık bir mekân bakmaya başladık.  Nihayet önünde çokça Arnavutluk plakalı araç bulunan bir lokanta gördük. Demek ki yerel halk gidiyorsa vardır bir güzellik diye düşündük ki bu tespitimiz de haksız olmadığımızı az sonra anlayacaktık.  Neyse ki arabamızı park edip, mekâna giriş yaptık. Burası aşağıdaki resimden de anlaşılacağı üzere pek lüks bir yer değildi.



Gözünüzde şöyle bir mekân canlandırın. Bahçe içerisine 10 tane masa koymuşlardı. 9 tanesi kare masa, ortada da 6 kişilik yuvarlak bir masa. Lokantaya adım atıyorsunuz ve sadece ortadaki yuvarlak masa boş diğer masalar dolu ve oturanların hepsi erkek. Ve mutfak olduğunu sandığımız binada müthiş bir şekilde yüksek sesli, oyun havası tarzında müzik çalıyordu. Camlardaki perdeler sıkı sıkı kapatılmıştı. Her şey komedi filmi gibiydi. Biz masaya oturduk, bir yandan müzik sesi,  bir yandan etraftakilerin bize uzaylıymış gibi bakması tüm sinirlerimi bozmuş, gülme krizine tutulmuştum. Bir sürü kişi içeri girip çıkıyordu, buna bir anlam veremedik. Bir yandan da yaa içeride ne oluyor böyle demeden de duramıyorduk.  Neyse ki yanımıza beline mutfak önlüğü takmış bir adam geldi ve bize bir şeyler sormaya başladı. Anlayana aşk olsun. Biz İngilizce konuşuyoruz, o Arnavutça.  Domuz eti yemek istemiyoruz desek de boş, biz derdimizi anlatmaya çalıştıkça, etraftakiler bizi izlemeye devam ediyordu. Neyse ki yan masadan bir genç gelip, İngilizce bildiğini söyleyince, siparişimizi verebildik.  Siparişlerimiz gelene kadar etraftaki masaların ne yediğine bakmaya başladık. Eşimle aramızda konuştukça, yan masadakiler de bizim hakkımızda konuşuyordu. Tek anladığımız, bizi İspanyol’a benzettikleriydi.  Bu sinir bozucu durum sonunda son bulmuştu ve masamız donatılmaya başlanmıştı. İlk önce masaya yeşil salata geldi.


Arkasından temiz yağda kızartılmış, gerçek patates kızartması geldi. Üzerine de kaya tuzu serpilmişti. Ben böyle bir lezzet görmedim. Çok mu acıkmıştıkta her şey bu kadar lezzetli geliyordu anlayamadım. 


Derken vurucu atış masaya doğru geliyordu. Tepsi içerisinde öyle bir et geldi ki ben ne desem boş. Ancak tatmak lazım. Azda olsa resimden anlaşılıyordu.  Bir et geldi ki benim elim yanında ufak kalır. Tadı desem lokum lokum. Ben hayatımda böyle bir et yememiştim. Küşneme misali yumuşaktı. Etlerin üzerine limon koymuşlardı. Demek ki etin üzerine limon sıkıp yenebiliyordu. Usul böyle herhalde diyerek bende etlerin üzerine biraz kekik biraz da limon sıkarak yedim. Hiçte fena olmadı hani.


 Masadakileri silip süpürdük, final olarakta bahçedeki elma ağacından koparılan elma masamızı süsledi.


Valla burada yediğimiz her şey harika ötesiydi. Etin şerefine etraftaki göz hapsini bile unuttuk. Yemeğimizi yemiştik ama hala aklımız bangır bangır müzik sesinin geldiği yerdeydi.  Merakımızı son buldurup, kapıyı araladık. Bir de ne görelim, içerisi kadın ve çocuk doluydu, sanırsam doğum günü kutlaması vardı. Güzel ve değişik bir yemek olmuştu. Hayatım boyunca bu yediğim eti unutmayacağım.
Güzel,  bir o kadarda değişik bir öğle yemeğinden sonra yollar bizi bekliyordu. Hadi bakalım diyerek, direksiyonu Ulcinj’e doğru kırdık. Hedefe az kalmıştı. Manzaranın ve yeşilliğin keyfini çıkartarak, sonunda hedefimize vardık. Ulcinj, Müslümanlarında yaşadığı Karadağ’ın Arnavutluğa yakın güney ucunda bulunuyor. Dizi dizi evlerin yamaca kurulduğu, şehre ulaşmak için bu dik ve virajlı yolları aşmak gerekiyor. Biz de bu dik yamaçları aşarak otelimizi bulduk.  Mediteran Hotel, şehir merkezine de, denize de yakın bir yerde bulunuyordu. Otel’e varır varmaz, biraz dinlenip, dışarı çıktık. Ayağımızın tozuyla bir etrafa bakalım dedik. Dik yamaçlardan aşağıya inip, şehir merkezine vardık. İster yürüyerek isterseniz de arabayla aşağıya kolayca inebilirsiniz.  Şehir merkezi dediğim yerde öyle aman aman büyük bir yer değil. Sahil boyunca uzun bir plajı var, plajı kumlu ve alabildiğince şezlong ile dolu. Yok, ben bu kadar kalabalıktan hoşlanmam derseniz, yer yer kayalıkların üzerinde de denize girip, güneşlenebilirsiniz. Biraz etrafa göz attıktan sonra akşam yemeği için, kendimize bir yer aramaya başladık. Biraz yürüdükten sonra masaları kalabalık, lüks görünmeyen bir yer bulduk. Hadi deneyelim bari diyerek, oturduk. Binanın tabelası yoktu fakat duvarda Hasic Xhemal yazıyordu, sanırsam lokantanın ismi buydu.  Derken masamıza Cemal adında bir garson siparişlerimizi almak için yanaştı. Ne yesek acaba derken, menü istedik. Fakat menüyü anlayan beri gelsin.  Bu nedir diyoruz, garson Cemal anlamıyor, Cemal bize bir şey soruyor, biz anlamıyoruz. İşin en matrağı biz Türküz falan deyince; başladı Muhteşem Yüzyıl, Süleyman falan demeye. Hay Allahım gülelim mi, ağlayalım mı şaşırdık. Neyse biz başladık menünün başından sormaya, parmağımızla işaretlediğimiz yemeği sorduk. Cemal anlatmaya çalıştı. En komiği de domuz ve tavuk taklidi yapmasıydı. Neyse ki sonunda siparişimizi verebildik. Ben bir porsiyon Cevapi aldım, eşim ise Pljeskavica istedi. Bir de ortaya Sopska salata söyledik. İlk önce salatamız geldi. Bizim klasik çoban salata, tek farkı üzerine bol beyaz peynir rendesi konulmuş olmasıydı.

Derken benim Cevapi geldi. Cevapi de bir tür köfte. Dana kıymanın içine bol karabiber, bayat ekmek ve kimyon koymuşlardı. Yumuşaklığı yerindeydi de, aşçı kaya tuzunu bol ve ucuz bulmuş olmalı ki, bayağı fazla kaçırmıştı. Yerken hem tuz tadı baskındı hem de katur kutur sesler çıkıyordu.  Bir porsiyona 7 adet köfte koymuşlardı, yanına garnitür olarak ince kıyılmış lahana, domates, salatalık ve gerçek patates kızartması. Köfte tuzlu da olsa patates gerçek olunca köfteyi kurtarmıştı.

Evet, sıra geldi Pljeskavica tatmaya. Pljeskavica’da köfte benzeriydi. Aynı Cevapiye benziyordu. Aralarındaki fark Cevapi’nin parmak şeklinde olması, Pljeskavica’nın ise hamburger köftesi gibi büyük ve yuvarlak olmasıydı. Tadı da,  tuzu da aynı Cevapi gibiydi. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim bazı yerlerde Pljeskavica’nın içine kaşar ya da kurutulmuş ette koyuyorlar, biz sade olarak yedik.  Tabaklarda en sevdiğim şey ise ince kıyılmış lahana oldu. Çok fazla çiğ lahana tüketmeyen ben; sirke ve limonla ovulan lahananın müptelası oldum.

Karnımızı doyurmuştuk, sırada Ulcinj sokaklarında kaybolmak vardı.
Cevapi: 180gr 3.10 Euro
Pljeskavica: 180gr 2.90 Euro
Sopska salata: 2 Euro
Hem yediklerimizi eritelim hem de etrafa bir göz atalım dedik. Uljinc çok fazla büyük bir yer değildi. Sahil boyunca yürüyüş yapılacak bir yolu vardı.


Sahil, çeşitli akrobasi hareketleri sergileyen insanlarla doluydu. Birde gençlerin takıldığı gece kulüpleri vardı. Ama aklınıza sakın İstanbul’daki kulüpler gelmesin. Biraz çay bahçesinden bozma gibiydi. Birde çalınan müzikler hani şu Rumeli Tv’de çalan ya da damat havası tarzı müziklerdendi.  Şöyle ortama biraz göz atıp, yürüyüşümüzü tamamladık.  Şimdi dinlenme zamanıydı. Yarın Ulcinjden ayrılıp, Budva’ya doğru yol alacaktık. Bakalım nelerle karşılaşacağız?

5 yorum:

  1. Selam Pınarcım ,
    yarısına kadar okudum.Limonlu etiniz ağzımı sulandırdı .Adını da öğrenebilsek belki yolumuz düşer bizde yeriz .

    Üsküp'e geçen yıl gittim.Kızkardeşim Alexander havalimanının yenilenme projesindeydi .Eskisinin yanında yenisi gözüme daha büyük görünmüştü .Ama bende illaki İstanbul ile mukayese ederim ve Nice ve Roma'nınkini bile bizimki kadar beğenmemiştim .Bu arada İstanbul'un dış hatlarında ve 5 yıldızlı otelinde de kardeşimin parmağı var .:))))Devamını okuyacağım .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nedense bende her havaalanını İstanbul ile mukayese ediyorum hep:)
      limonlu et bizimde ağzımızı sulanlandırdı valla, ama ne yazık ki ismini alamadım lokantanın:( bir anda acemilik oldu desem birde lokantanın arka kapısından giriş yapınca alamadım.

      Sil
  2. Sahilin fotoğrafı çok güzel .Kışın artık bu karelerle hasret gideririz .

    YanıtlaSil
  3. Özellikle müslüman asıllı kesimin yaşadığı bölge Karadağ‘ın Arnavutluğa yakın en yakın güney ucu. Şehre tepeden bir yol ile ulaşıyorsunuz... daha fazla bilgi almak için sitemizi ziyaret edebilirsiniz...

    http://www.geziyorum.net/karadag-montenegro-gezisi-ulcinj/

    YanıtlaSil

 

TAKİP EDİN!

Flickr


Created with flickr slideshow.

Twitter