Hafta sonu çok sevdiğimiz arkadaşlarımızla görüşme planı
yapınca, nereye gitsek diye düşünürken farklı tatları denemeyi sevdiğimiz için
geniş bir mutfağa sahip olan Osmanlı mutfağını denemeye karar verdik.
Seçenekler arasından Sultanahmet’te bulunan Matbah Restaurant’ı daha önceden
bir yere not edince, tam zamanıdır diyerek, istikametimizi Sultanahmet’e
çevirdik. Sultanahmet’te çoğu yol, araç trafiğine
kapatılınca, Matbah Restaurant’a, ulaşmakta bayağı bir zorlandık. Dön sağa dön
sola restaurant’ın yerini bulamayınca son çare telefon açıp, yerini bulduk.
Otoman Otel Imperial’in içinden geçerek, restaurant’a giriş yaptık. Restaurant’a
girer girmez loş bir ortam bizi karşıladı. İçerisi o kadar loştu ki, çektiğim
fotoğraflar hiç istediğim gibi çıkmadı. Çok fazla büyük bir mekan olmayan
Matbahta, çoğunluk masa turistlerden oluşmaktaydı. Önceden rezervasyon
yaptırdığımız için, bize gösterilen masaya oturduk. Masamıza oturmamızla
beraber, bizle ilgilenen garsonumuz, servis öncesi hatırımızı sorup, elimize
menüyü uzattı ve iyi bir akşam temennisini sundu. Biz menüyü incelerken, ikram
olarak narçiçeği şerbetlerimiz gelmişti bile. Kan kırmızı rengi ile gayet güzel
bir görüntüsü vardı. Görüntü güzeldi, bakalım tadı da aynı mı diyerek,
şerbetimizden birer yudum aldık. Kesinlikle görüntüsü kadar tadı da harikaydı.
Daha önce Asitane Restaurantta tattığım narçiçeği şerbeti kadar güzeldi hatta
biraz daha şekeri fazlaydı. Şerbetle birlikte ağzımızın tadı yerine gelmişti.
Adres: Caferiye Sokak No:6/1Ottoman Otel Imperial içi. Sultanahmet. Telefon: 0212 514
6151
Bir yandan şerbeti yudumladık, bir yandan da menüye göz
gezdirdik. Menü, çorba, soğuk ve sıcak iştah açıcılar, salata, ana yemek ve
tatlıdan oluşmaktaydı. Ve her yemeğin
yanında tarih belirtilmişti. Bu tarihler, o yemeğin alındığı en eski yazılı
kaynağa aitti. Menüye göz gezdirdikten sonra ilk tercihimizi Badem çorbasından
yana kullandık. Çorbamız gelmeden önce
masaya zeytin ezmesi geldi. Küçük parçalara bölünmüş yeşil zeytinler, zeytinyağı,
kekik ve pul biberle tatlandırılmıştı, tadı yerindeydi. Ekmeğin üzerine sürdüğümüz zeytin ezmesini
bir çırpıda bitirmiştik ki, çorbamız geldi.
Masadaki yerini alan Badem çorbasının görünüşü güzeldi. Yoğun
bir kıvamı olan çorba, muhallebi gibiydi. İçine atılmış olan nar taneleri, çorbaya
ayrı bir tat katmıştı. Çorbayı beğenerek içtik. Sonuç olarak tadını beğendik. Erkekler itiraz etse de, bayanlar olarak
tuzlu diyerek çorbaya son noktayı koyduk. Bu arada, eğer tadına baktığınız yemeği
beğenmediyseniz, o yemekten herhangi bir ücret alınmıyor.
Sırada soğuk iştah açıcılar arasından seçtiğimiz 18. Yüzyıla
ait olan kalamar dolma vardı. Saray mutfağında kalamar dolmanın varlığı beni
şaşırttı açıkçası. Halka halka kesilen
kalamarın içi, pirinç, kuş üzümü, çam fıstığı ve tarçınla tatlandırılmış, iç
pilavla doldurulmuştu. Kalamarın yumuşaklığı gerçekten güzeldi. Limon ve yeşilliklerle servis edilen kalamar
dolma, hepimiz tarafından yıldızlı pekiyi aldı.
Biz kalamarı yiye duralım bir baktık ki salatalar masaya
konmuş bile. Menüde iki adet salata çeşidi vardı. Biri nar ekşili çoban salata
diğeri de otlu salataydı. Açıkçası salatalar tam bir hayal kırıklığıydı. Nar
ekşili çoban salata bildiğimiz domates, biber ve salatalıkla hazırlanıp, tek
fark üzerine ceviz konulmasıydı. Sadece üzerine nar ekşisi dökülmüştü. Sos
bakımından bence çok yavandı, en azından zeytinyağı da dökülebilirdi.
Menüde belirtilen otlu salata da benim için hayal
kırıklığıydı. En azından adı otlu olunca, insan en azından değişik otlarla
hazırlanmış bir salata bekliyor. Fakat gele gele ince kıyım göbek salata ve
roka geldi. Üzerine de ceviz konulmuştu. Sos ise hiç yoktu diyebilirim.
Sıcak iştah açıcı olarak ise 1473 yılına ait bir tarif olan
Dane-i Sarı vardı. O da nedir acep? Dediğinizi tahmin ediyorum. Bizim
anladığımız tabiriyle halis muhlis nohutlu safranlı pilavdı. Safran katılan
pilavın rengi sarıya dönmüştü, üzerine de haşlanmış nohut taneleri konulmuştu.
Tadı tuzu yerindeydi.
Gelelim gecenin bombalarına, evet sırada ana yemekler vardı
ki, esas lezzetler ana yemeklerde saklıydı. Menüdeki ana yemeklerin çoğu ballı,
bademli olunca, herkesin surat ifadesi değişti, bu konuda bir tek cesaretli ben
oldum diyebilirim. Hem ismi hem de tadını değişik bulduğum 1300-1463 yıllarına
ait olan Zire-ba diğer bir adıyla Muntencene adlı yemeği seçtim. Tam bir bomba
kıvamında olan bu ana yemek; güveç içerisinde kuzu eti, arpacık soğan, kayısı,
incir, bal, badem ve kırmızı üzüm den oluşmaktaydı. Gözümde bir anda toprak güveç içerisinde iyi
pişmiş et hayalleri canlandı fakat yemek maalesef toprak güveçte değil porselen
bir tabakta geldi. Bence toprak güveçte sunum daha güzel olabilirdi. Masadakilerin
haydi bakalım ye de görelim ifadelerine maruz kalaraktan, bismillah diyerek
çatalı daldırdım. Kuzu eti güzel pişmişti, şekerli tatları sevenler için,
beğenilesi bir lezzetti fakat içine konulan inciri fazla buldum. Onun dışında
beğendim.
Tadına baktığımız
diğer bir yemek ise 1463 yılına ait yufkada beğendili kuzu incikti. Tabak şekli
verilen pişmiş yufkanın içine patlıcandan hazırlanan beğendi, beğendinin
üzerine de kuzu incik konulmuştu. Kuzu incik tabiri yerindeyse lokum gibi
pişirilmişti. Bıçağa gerek kalmadan, çatalla bile et kemikten ayrılıyordu.
Üzerine dökülen domates sosu da güzel bir tat katmış, taze kekik dalı ve top
karabiberle süslenmişti. Beğendili kuzu incik, beğenilmeyi hak ediyordu. Zaten garsonumuzdan öğrendiğimiz kadarıyla
Matbah Restaurant’ın en fazla tercih edilen yemeği buymuş.
Tattığımız diğer bir lezzet ise, Kirde kebabıydı. Masaya
gelişi bayağı bir şaşalı olan Kirde kebabı, soğumasın diye üzeri bakır kapakla
kapatılarak servis edilmiş olsa da maalesef soğuk olarak gelmişti. Tabağın altına
yufkalar kıtır hale getirilip, döşenmişti. Yufkaların üzerine yoğurt, yoğurdun
üzerine ise şerit halinde kesilen dana etleri ve sebzeler koyulmuştu. Az evvelde dediğim gibi şaşalı görüntü fakat
tat idare ederdi.
Ana yemeklerimizin
sonuna gelmiştik, sırada ne vardı? Tabii ki de tatlı. Tatlı seçeneklerinde
bizim bildiğimiz tatlardan baklava, sakızlı fırın sütlaç ve meyve vardı. Levzine ve Helatiye tatlılarını ise daha önce
hiç duymamıştık. Garsonumuzda bu iki tadı tavsiye edince, tadalım bakalım
dedik. Derken Levzine ve Helatiye ikilisi masaya teşrif etti. Levzine, bademden
yapılmış helva. Yerken badem ezmesi yiyormuş gibi bir his uyanıyor. Üzerine de
bol toz şekeri dökmüşlerdi, ağzımızda takır tukur sesler eşliğinde Levzineyi
yedik.
Helatiye ise küp
şeker boyutlarındaki su muhallebisini gülsuyu şerbetinin içine koyarak, üzerine
de nar, portakal ve üzümle süsleyerek servis etmişlerdi. Gül suyunu sevenler
mutlaka beğenirler ama sevmeyenler yutana kadar azap duyabilirler.
Ballı bademli tatların sonunda, midemizi biraz bastırıp,
hafifletsin diye çay ikram edildi. Çaylarımızı da içerek, karnımız tok bir
şekilde Matbah Restauranttan ayrıldık. Saray mutfağı her zaman ilgimi çekmiş
fakat bir türlü fırsat bulupta, keşfedememiştim, Matbah Restaurant sayesinde
farklı yemeklerin tadına bakma fırsatı bulduk. Sizde eski tatları keşfetmek isterseniz,
burayı tavsiye ederim. Son olarak bu güzel yemeklere ödediğimiz hesap 280 TL.
Çok iştah açıcı bir yazı olmuş ellerinize sağlık. Ancak kalamar dolması ilginç geldi bana. Biz bu yemeği daha çok Yunan adalarındaki tevarnalarda veya kıyılardaki balık lokantalarında görürdük. Fakat saray mutfağında olması şaşırttı beni.
YanıtlaSilEren Evren
www.gezelimgorelimbilelim.com
Evet çok haklısın kalamar dolmanın ve balığın envai çesidini Yunanistanda görünce, saray mutfağında kalamar beni de şaşırttı:)ama gerçekten kalamar dolmanın da hakkınıda vermişlerdi.
SilKedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş :D "1463 yılına ait yufkada beğendili kuzu incik"te domates sosu ne alaka?
YanıtlaSilAfiyet olsun :D
Merhaba,
Sil1463 yılı ama 2012 model kuzu incik bu:)
sevgilerler...