CANKURTARAN’DA BİR BALIKÇI, BALIKÇI SABAHATTİN

Hani bazen önünüzde o kadar çok yemek seçeneği olur da bir türlü karar veremezsin ya, nereye gitsem de, ne yesem diye? İşte geçenler de öyle bir an tekerrür etti desem. Daha önce Osmanlı mutfağının güzel örneklerini tattığımız Matbah Restaurantta, bize eşlik eden arkadaşlarımız Tuğba ve Sertan ile yine güzel bir yemek programı yaptık. Sen bizi nereye götürsen kefiliz deseler de yemek ihalesi Sertan’ın üzerine kaldı ve karar olarak Balıkçı Sabahattin’e gitmek üzere rezervasyonumuzu yaptırdık. Balıkçı Sabahattin hep önünden geçtiğimiz fakat bir türlü gitmek için fırsatını yaratamadığımız bir balıkçıydı. Bu vesileyle güzel bir akşam yemeği yemek hayalleriyle Balıkçı Sebahattin’in yolunu tuttuk.   
Restaurant’a adım atar atmaz balık dolabından gelen balık kokusuyla birlikte hoş bulduk diye girdik içeri. Kapıda bizim gibi bir sürü kişi sıraya girmiş bekliyordu. Bizim nasılsa rezervasyonumuz var diye mutluyduk ki bekle Allah, bekle bir türlü kapı ağzından kurtulamadık. İçerisi bayağı kalabalıktı, bide cumartesi gecesi olunca normaldir desekte beklemek hele bir de rezervasyonumuz olduğu halde beklemek sinirlerimizi biraz bozmaya başlamıştı. Neyse ki buyurun masanız hazır komutuyla, sevinç içinde masamıza gittik, sıcak bir ilkbahar akşamında yakılan ve cayır cayır yanan şöminenin yanındaki masaya oturduk. Beyler sırtlarını, bizde yüzümüzü şömineye dönük oturunca, 5. Dakikadan sonra balık mı yemeye geldik yoksa cehennem ateşinde mi yanmaya geldik diye söylenerek, hafiften yanmaya ve patlama noktasına geldik. Ve o anda anladık ki bizim rezervasyon buhar olup uçmuştu.  O kadar bekletilmek ve sonunda ateşin yanına oturtulmak rezervasyonun unutulduğunun en açık örneğiydi.  Bu masa da daha fazla oturamayacağımızı söyleyerek, bizi başka bir masaya almalarını rica ettik. Yaklaşık bir saat bekleme sonunda nihayet cam kenarında bir masaya alınabildik. Artık yemeklerin tadına bakma zamanı geldi diyerek siparişlerimizi verdik.
Gelen meze tabağına bir göz gezdirdik. Bize değişik gelen mezelerden çeşitlemeler yaptık. Levrek marin, top karabiberli, dereotlu ve hardal sosuyla hazırlanmıştı. Oldum olası levrek marini seven ben, tabii ki de bunu da sevdim. Özellikle karabiberin o güzel tadı, levrek marini daha da lezzetlendirmişti.
 
Diğer bir soğuk meze ise benim tercihim olan avakado ezmesiydi. Masadakilerle ortak kararımız, hafif ekşimsi tadı baskın olunca maalesef pek beğenmedik.
 

 
Ezme desem ezme değil, sanırsam ezmeye yakın bir tat olsun diye meze tabağında yerini almış olan biber ya da domates salçası kıvamında bir tabak masadaki yerini aldı. Üzerine zeytinyağı dökülüp, pulbiber ve kekik serpilmişti. Hani kızarmış ekmeği bandıra bandıra yedik desem yeridir.


 

 Yoğurtlu kızartma ise bildiğimiz, alışılagelmiş bir meze çeşidiydi diyebilirim.




Biz mezeleri mideye indire duralım, salatalarımızda masadaki yerini almıştı. Garsonumuzun tavsiyesi ve benim daha önceden mutlaka tatmalıyız diye not ettiğim Sabahattin salatayı söyledik.  Sabahattin salata nasıl bir şeydir acaba? Diye beklenti yüksek olunca, masaya salata gelince pek fazla bir numarası olmadığını anladık. Kötü müydü? Tabi ki hayır, içinde yeşillik, siyah domates, turşu konulmuştu. Üzeride semizotu, bol beyaz peynir ve karidesle süslenmişti.
 

Biz söylemesekte Sabahattin salatayla birlikte masamıza söğüş halinde doğranmış siyah domates, salatalık, biber, siyah zeytin tabağı geldi. Salatanın ince kıyım değil de dilimlenmiş haline benziyordu. Üzerine de sızma zeytinyağı dökülmüştü.


 
Yine söylemediğimiz ama masa da yerini alan diğer bir tabak ise meze olarak söylediğimiz salçanın üzerine siyah zeytin koyularak, değişik bir versiyonu halinde geldi.
 


Yemekten asla bıkmayacağım şeylerden biri de turşudur. Salatalık ve biber turşusu da masa da yerini almıştı. Daha önce Gaziantep’te yediğim kütür kütür tadı olan turşuyu andırıyordu.

 


Yavaş yavaş açlığımızı bastırmıştık, sıra ara sıcaklardaydı. Yine daha önceden not alıp, mutlaka denemem gerektiğini düşündüğüm midyeli pilav siparişlerimizin en başındaydı. Midyeli pilav denilince ana malzeme hakkını vermeli diye düşünüyorum. Yani midyeli pilav adı gibi midye içermeli dimi? Fakat iç pilavın içinde tek tük, lütfeden konulmuş midye vardı. Pilavında pirinçleri karışıktı. Açıkçası beklentinin epey bir altında kaldı diyebilirim.


 
Ve balık sofralarının vazgeçilmezi, karides güveç. Dumanı üstünde, sıcak mı sıcak gelen karides güveçin tadı normaldi. Fakat üzerine konulan pul biber ve kekik ne alakaydı bilemiyorum. Sanırsam tatlandırma gereği duyulmuştu. Halbuki bırakında eriyen kaşarın tadına varalım.
 
Ve diğer vazgeçilmez, kalamar tava. Ne yalan söyleyeyim kalamar tava söylediğimiz zaman karşımıza dondurulmuş halka kalamar gelince bozuluyorum. Ya şu güzelim ülkemizde şu kalamar neden haklı bir yere sahip olmaz ki? Çok uzağımızda değil, komşumuz Yunanistan’da yediğimiz ahtapot ve kalamarın tadı damağımızda kalırken, biz bir türlü bu işi beceremiyoruz. Takoz gibi kalamarı yiyip duruyoruz. Hâlbuki geçen yaz Yunanistan Thassos adası gezimizde yediğimiz ahtapot ve kalamarla, lezzet doruklarına yükselmiştik. Ne diyeyim darısı başımıza olur inşallah.
 
Ve sıcaklarda finali ortaya söylediğimiz levrekle yaptık. Levrek güzel pişirilmişti, suyu içine hapsedilmiş. Kuru bir balık yememiştik. Yanına konulan haşlanmış patateslerde güzel bir eşlikçi olmuştu.
 
 
 
Tuzlulara son verip, sırada tatlılar vardı. Klasik meyve tabağı yanı sıra dondurmalı sıcak irmik helvası artık balık lokantalarının olmazsa olmazı olunca, bizde tadına baktık.
 
 
Diğer tatlı ise karamelize hale getirilmiş, üzerine dondurma konulan kayısı tatlısıydı. Hafif bir tatlı olmasına karşın kayısı fazlasıyla karamelize edilince sanki hafif yanık şeker tadı ve kokusu hakimdi.
 
Evet, bir yemeğin daha sonuna geldik, sosyal medya da çok fazla methini duyarak gittiğimiz Balıkçı Sabahattin maalesef benim için hayal kırıklığı oldu diyebilirim. En azından çok fazla turistin bulunduğu bir semtte olan mekânın menüsünün de daha çeşitli olması gerektiğini düşünüyorum. Bu yemek karşılığında alkol hariç, 4 kişi ödediğimiz fiyat 280TL.
 
Adres: Seyit Hasan Kuyu Sokak no:1 Cankurtaran/ Eminönü İstanbul
Telefon: 0212 458 1824

2 yorum:

  1. anlatımınız kadar, görüntülerde iştah açıcı. Cankurtaranda tavsiyenize uyup buraya uğramayı bile düşünüyorum. ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. blogunu cok beğendim ancak takip edebilmek için imkan sunmuyor. Nasıl takip edebilirim?

    YanıtlaSil

 

TAKİP EDİN!

Flickr


Created with flickr slideshow.

Twitter