Mis gibi güneşli havaya nihayet gözlerimizi açtık,
konaklamamızı Latura Studios’a transfer etmenin rahatlığıyla, güne denize
girerek merhaba dedik, bu arada yazamadan geçemeyeceğim Halkidiki yazımın ilk
bölümüne istinaden konaklamayla alakalı çok fazla soru geliyor. Konaklamayı
nasıl ve nereden yaptınız? Ya da dil bilmiyoruz, internetten hangi sitelerden
rezervasyon yapmak lazım diye? İlk yazımda da bahsettiğim gibi biz
rezervasyonumuzu telefonla yaptık fakat önerebileceğim web siteleri olarak
booking veya trivago sitelerini tavsiye ederim. Bu kadar açıklamadan sonra
gelelim Halkidiki’deki ikinci günümüze. Bugün daha planlı programlı bir gün
bizi bekliyordu. Kaldığımız evde kahvaltı olmadığı için hemen Türk usulü
kahvaltı masamızı kurduk, bir çırpıda kahvaltımızı edip, istikamet plajlar
diyerek yola koyulduk.
Öncelikle rotanızda, ilk günkü yazımda bahsettiğim,
denizde yüzerken tanıştığımız Türk dostu Ellie Hanımın tavsiye ettiği Paparuna
Beach vardı. Nikiti yolu üzerinde bulunan Paparuna, tepeden görünen kuşbakışı
manzarası sayesinde bizi etkilemişti bile.
Normal asfalt
yolu takip edip, karşımıza Porto Elea tabelası çıkınca, asfalt yolu bırakarak,
denize doğru inen toprak mıcır karışımı yolu takip ederek yol bitene kadar
aşağıya indik. Arabamızı park edip, yürümeye başladık. Burası plajdan başka
başlı başına bir yerleşim yeriydi. Geniş bir koyun içinde, alabildiğince zeytin
ağaçları vardı. Biz sadece basit bir plaja geldik diye zannederken, manzara
karşısında şaşırmıştık. Çünkü bu alanda camping, bungalovlar ve prefabrik evler
vardı. Dileyen karavanıyla gelip, yerleşmiş dileyende ev kiralamıştı.
İçerisinde restaurant, bar ve mini bir market bile vardı. İçeri girerken hiç
sorgu sual edilmemenin verdiği rahatlıkla etrafı gezerek nihayet sahile
ulaştık. Sahil boylu boyunca kumsaldı ve en güzeli de şemsiye, şezlong ve duş
vardı. Daha da güzeli ise tüm bu hizmetler bedavaydı.
Hemen en önden, denize sıfır bir şezlong kaptığımız
gibi kendimizi denize attık. Böyle bir yer Türkiye’de olsa bırakın içeri elini
kolunu sallayarak girmeyi, şezlong için dünyanın ücretini isterlerdi. Burada
ise tüm plajlar halkındı, kimse kimseyi sokmamazlık etmiyordu. Ama benim güzel
ülkemde bu işler böyle mi?
Deniz keyfi sonrası biraz soluklanmak ve bir şeyler
içmek için Porto Elea’nın bar kısmına geçtik. Beyaz ahşap dekorasyonun hakim
olduğu bar, hem serinlemek için hem de ücretsiz internet keyfini sürmek için
idealdi. Bar kısmında her türlü alkollü, alkolsüz içecekler mevcuttu. Biz
bayanlar Yunanlıların vazgeçilmez içeceği olan Frappe yani bol buzlu nescafe
içerken, beyler de biradan vazgeçmediler.
Bir iki saat Porto Elea’da kaldıktan sonra, mutlaka
gidilip, denize girilmesi şiddetle tavsiye edilen plajlardan biri olan Orange
Beach ya da diğer adıyla Kavourotripes doğru yol aldık. Yaklaşık olarak
Vourvourou’a 23 km
kadar uzaklıktaydı Orange Beach. Aracımızı zor bela gölge bir ağaç altına park
ettikten sonra patikadan yürüyerek aşağıya indik. Resmini görmüş, videosunu
izlemiş olmama rağmen denizi ilk gören herkes gibi ağzımızdan vauvvv sözcükleri
dökülüverdi.
Plajın bir kısmı kumluktu fakat büyük bir çoğunluğu
irili ufaklı beyaz kayalıklardan meydana gelmiş tepeliklerden oluşmaktaydı.
Şemsiyesini alan kendine bir yer bulmuştu. Şemsiyesi olmayanlarda bizim gibi
zeytin ağacını kendine gölge yapmıştı. Bagajda çok yer kapladığından şikâyet
etsekte devreye seyyar kamp sandalyelerimiz girmişti de yerde oturmaya mahkûm
olmamıştık.
Herkes kendi halinde vur patlasın çal oynasın
kıvamındaydı. Kime kendini taşlara sere serpe atmış kimi yüzmekle meşguldü.
Kimi de yani bizim yanımızdaki aile de çadırını kurmuş, bol yağda balık
kızartmakla meşguldü. Hala bile kokusu burnumda. Kısa bir süre için milleti boş
verip kendimizi akvaryumun bile halt ettiği deniz suyuna attık.
Deniz suyu ne soğuk ne de sıcaktı, en önemlisi de içi
tamamen kumdu. İncecik kumlar denizde güneşinde etkisiyle sanki yakamoz varmış
gibi parlıyordu. Bu arada Orange Beach’de yemek yemek için ufak bir büfe var,
büfede içecek ve soğuk sandviç vardı. Tavsiyem dışarıdan atıştırmalık bir
şeyler alıp, gitmeniz.
Orange Beach ile alakalı daha ne anlatılabilir ki?
Resimlerle sizi baş başa bırakıyorum.
Tüm
günümüzü Orange Beach’te geçirince, dönüşte uğrarız diye düşündüysek de zaman
kalmamasından ötürü uğrayamadığımız Manassu Beach’te ise
gözümüz kalmadı dersem yalan demiş olurum. Aynı Porto Elea gibi bir koyda olan
Manassu Beach’te hem camping hem de bungalov evlerde konaklama yapılıyordu. Biz
Manassu Beach’e gidemedik ama yolunuz oraya düşerse gitmenizi tavsiye ederim.
Tüm gün yüzüp, deli gibi acıkmıştık. Bu durumda tabiî
ki akşam için güzel planlarımız hazır olda bekliyordu. Yine tavsiye üzerine
Vourvourou’da bir balıkçıya gidecektik. İsminin Poulman’H Gorgona olan
balıkçıyı ufacıcık yerde bulmak inan zor oldu diyebilirim. Neden derseniz?
Tamamen alfabeden kaynaklı. Harfler Yunan alfabesiyle yazılınca, tabi doğal
olarak bizde Yunanca bilmediğimiz için önünden birkaç kez geçmiş olduğumuz
restaurantı nihayet bulduk.
Önceden rezervasyon yapılmasını tavsiye ettiğim
restaurantta denize nazır masamıza kurulduk. Garson hemen kağıt masa örtüsünü
örttüğü gibi menüleri bize uzattı.
Menüde geniş yemek seçenekleri mevcuttu. Günün sebze
yemeği ve balık spesiyalleri, başlangıçlar, salata çeşitleri, ara sıcaklar,
balıklar gibi uzun uzadığa giden bir menüsü vardı.
Aldık elimize menüyü seç beğen ne istersin kıvamında
ilerleyelim dedik. Bu gece balık değil mezelerden bir geçiş yapmaya karar
verdik.
Yunanistan’a adım atan herkesin yediği ve yemekten
vazgeçmediği salata, greek salat. Buradaki versiyonu biber turşuluydu.
Malzemeler konusunda daha cömert davranmıştı usta. Soğanlar ve peynirler daha
çoktu.
Cacık veya tzatziki yine koyu kıvamlı ve bol
dereotluydu.
Günün spesiyallerinden biri olan midyeli pilav ise daha
ilk menüye göz attığımda aklıma takılmıştı. Midye kabuğunun içinde servis
edilen midyeli pilav harbi harbi midyeli pilavdı. Pilavlı midye değildi. İçine
konulan ufak doğranmış kırmızıbiber ve taze sarımsak harika bir tat katmıştı.
Üzerine serpiştirilen dereotlarının verdiği tadı hiç yazmıyorum bile.
Ve ızgara ahtapot… Sizce ahtapotun kötü olma ihtimali
var mı? Tadan ve mideye löpleten biri olarak cevap veriyorum. Tabi ki hayır.
En başta da dedim ya, bu akşam ki menüde balık yok.
Gelsin mezeler gitsin mezeler… Bu yüzden masayı donatmaya da, lezzetleri
tatmaya da devam dedik. Sırada kabak kızartma var. Ama bu gece pek bir geçer
not almadı kabak bizden, maalesef kıtırlıktan uzak, yağı fazlasıyla çekmişti.
Kötü müydü? Değildi de, diğer yediğimiz kabaklardan biraz uzaktı. Yanına sos
olarak cacık yerine, tarator sos konulmuştu.
Sırada midye kızartması vardı. Midyeler yağını fazla
çekmediği gibi ebatlarıyla da göz dolduruyordu.
Mezelerden devam ederken daha İstanbul’da tatma imkânı
bulamadığım sardalyeyi menüde görünce 1 porsiyon tadımlık olarak masaya
söyledik. Ne zamandan beri canım sardalye çekiyordu. Bakalım tadı nasıldı?
Sardalyenin ebatları göz doldurur cinstendi. Malum sardalye demek, bol kılçık
demek fakat yediğimiz sardalyeler iri ve yağlı olunca; kılçığı ayırmak daha
kolay olmuştu.
Yunanistan’da nereye giderseniz gidin, balıkta yeseniz
musakka söylemek adettendir. Evde anneniz yapsa, belki burun kıvırıp, zorla
yediğimiz musakka, buranın olmazsa olmazı! İşin garip yani Yunanlılar bunu
güzel yapıyor bence. En alta döşenen patatesin üzerine kıymalı harç, harcın
üzerine de uzunlamasına dizilmiş patlıcan ve en üste de beşamel sos. Bence
Yunanistan gezilerinde es geçilmemesi gereken bir lezzet.
Ve karşımızda öyle bir lezzet bombası var ki, ne siz
sorun ne de ben söyleyeyim. Tarifi basit olan ama maalesef ülkemizde hiç
rastlayamadığım, tadı damağımda kalarak yediğim bir lezzet. Karides Saganaki!
İlk olarak 2 sene önce Selanik’te tatma fırsatı bulmuştum. Hatta sipariş
verirken söyleyip, söylememekte kararsız kalmıştık da, Karides Saganakiyi
öneren garson, pişman olmayacaksınız demişti. Vallahi de billahi de haklıymış.
Peki, nedir bu Karides Saganaki? İlk görüşte menemeni andırsa da içinde yumurta
olmadığı için menemen değil. Sadece görüntü itibarıyla benziyor. Bol domates,
sarımsak, kıyılmış maydanozun içine beyaz peyniri de (Yunanlılar Feta Cheese
diyor) atmışlar, finalde de karidesi eklemişler olmuş sana Karides Saganaki.
Ama yanlış anlaşılmasın karidesler minik değil, jumbo karides. Bunun nasıl
yeneceğine gelince; ilk önce karidesleri bir güzel soyuyorsunuz, hiç öyle
kibarlaşmaya gerek yok ellerinizi kullanarak karidesleri kabuklarından
ayırıyorsunuz. Löp löp karidesleri yedikten sonra, tabakta kalan domates sosuna
ekmeğinizi bandıra bandıra sıyırıyorsunuz. Tabağın sonu geldi mi, rüyadan
uyanma vaktidir. Bizde aynen bu şekilde Karides Saganakiyi mideye indirdik.
Bu lezzetleri tabiî ki kuru kuru yemedik. Yanına ev
yapımı kırmızı şarapta eşlik etti. Bu arada Sithonia’da ev yapımı şaraplar çok
fazla revaçta ve bana göre gayet başarılı. İlk gece Agrogioli Taverna’da
içtiğimiz şarapla kıyaslarsam, bu gece ki daha tatlı ve daha güzeldi.
Güzel geçen bir akşam yemeği sayesinde midemizde,
bizde mutlu mesut ayrıldık Poulman’ H Gorgona’dan. Hesaba gelince yukarıda tek tek belirtmiş
olsam da, cacık ve kabak kızartmasından iki porsiyon, 500ml olan kırmızı şaraptan
ise 2 adet olmak üzere ödediğimiz miktar 85Euro. Bana fiyatlar normal geldi,
artık gerisini siz düşünün!
Bir sonraki yazım, kısa sürede yayınlanacak,
kaçırmayın derim. Çünkü harika bir buzuki eğlencesi sizleri bekliyor olacak…
Halkidiki 3.gün için tıklayınız.
Halkidiki 3.gün için tıklayınız.
Yanlış: Keramoti = Gümülcine
YanıtlaSilDoğru: Komothini = Gümülcine
Merhaba Mehmet Bey, evet çok haklısınız, yanlış yazmışım hemen düzeltiyorum:)
Sil