Aslında amacım yeni yazı olarak İtalya yazı dizisini
yayınlamaktı ama son dakika hayatımda yediğim en lezzetli yemeklerin yanına
birde hoş sohbet eklenince, burayı hemen vakit kaybetmeden yazmalıyım dedim ve
yazıyorum. Öncelikle dikkat dikkat, ağız sulanması serbesttir. Evet başlıyoruz.
Daha önce gidilecekler listesindeydi ama yok bugün, yok
yarın derken zaman su gibi akıp geçti. Semt olarak Sirkecideyiz. Malum Eminönü,
Sirkeci dedin mi! Önce bir midenin sesini dinleyeceksin, sonra da Allah ne
verdiyse deyip, hammm yapacaksın. İşte bizde Sirkeci Hocapaşadayız. Mekanımızın
adı Can Oba Restaurant. Hani ne yesem diye o sokağa girseniz, eminim önünden
öylesine bir geçip, girmeyi düşünmezsiniz bile. Ama böyle bir şey yaparsanız
bence hayatınızın hatasını yapmış olursunuz. Zira burada bir cevher yatıyor.
Evet, birkaç adım attık ve içeri girdik. Daha önceden ıslama
köftecisi olan mekan 1 yıla yakındır Can Oba Restaurant olarak hizmet veriyor.
İçerisi ufacık, 5 tane masası var desem ne kadar ufak olduğunu tahmin
edersiniz. O yüzden rezervasyon şart. Can Bey’in hoş geldiniz demesiyle hemen
masamıza oturduk. Hemen önümüze bir menü geldi. Menünün ilk kapağında el
yazısıyla yazılan yemek çeşitlerine dikkat kesildik. Eğer ki buraya ilk defa geliyorsanız, menüyü
okuyunca ve yemekleri görünce kısa süreli bir şok yaşamanız olası. Çünkü mekana
bak, yemeklere bak ve hizaya gir. Kafamızda deli sorular. Yaa biz nereye
geldik!
Biz şaşkınlık geçirirken, yan masamızda İsveçli anne
kız ve 4 kişilik Türk arkadaş grubu vardı. Can Bey tüm sevimliliğiyle menü
hakkındaki bilgilendirmeyi, bir öğretmen edasıyla bize ve diğer gruba sunmaya
başlamıştı. Başlangıç olarak çorba içmek adettendi. Malum hava soğuk. Ne içsek
acep derken seçeneğimizi kestane çorbası ve mutlaka seviyorsanız balık
çorbasını deneyin diyen Can Bey’in tavsiyesiyle balık çorbasından yana
kullandık.
Söylediğimiz çorbalar hemen geldi dersem de inanmayın. Çünkü
burada pişen tüm yemekler sizin gözünüzün önünde bizzat Can Bey tarafından
hazırlanıyor. Kullanılan malzemelerin hepsi de ev yapımı. Mayonez, ketçap,
ekmek, çikolata; aklınıza ne gelirse artık. Herhalde Can Bey bizi çok sabırsız
görmüş olacak ki masamıza bir kase patates cipsi getirdi ve eklemeden geçmedi.
‘hazır değil, ev yapımı, ben yaptım.’ Gerçektende çıtır çıtırdı.
Biz çorbaları bekleye duralım, yan masadaki İsveçli anne
kızın yemeği gelmişti. Biz onların tabaklarına odaklanmıştık. Biri
lazanya, biri de portakal soslu levrek yemek için hazır olda bekliyordu. Teyzem
balığı öyle bir yedi ki, sonunda hepimize dönüp balığın iskeletini gösterip,
‘nasıl ama balığın röntgenini çektim’ demesiyle hepimizin koptuğu an, o an
oldu.
Beklenen an geldi, benim istediğim ve her zaman
tadamayacağımız kestane çorbası masadaki yerini aldı. Üzerine kremayla bir süs
yapılmıştı. Bakalım lezzeti nasıldı? Kestane çorbasının içine kestane dışında
trüf mantarından elde edilen trüf yağı da vardı. Ve hoş bir tat ortaya
çıkmıştı. Malum kestane bünyesinde şeker bulundurduğu için, kestane çorbası da
hafif tatlıydı. Şekerli tatları sevenler kaçırmasın derim. Ben çok beğendim,
belki biraz kestane parçaları dişe gelse daha mı olurdu ne?
Kestane çorbasının dibini bulmuştuk ki balık çorbası
imdadımıza yetişti. Bir balık çorbası düşünün ki içinde kum midyesi, karides,
levrek ve yengeç eti olsun. İşte bu çorbada böyle bir çorbaydı. Kaşıklayarak
yedik, üzerine konulan defne ve kırmızı karabiber hoş bir lezzet katmıştı. Şuana
kadar yediğim en lezzetli balık çorbasıydı.
Çorbaları yerken tadına bakmadan geçmeyelim, aklımızda
kalacağına midemizde kalsın diyerek söylediğimiz ıspanaklı, keçi peynirli
lazanya ise hayatımda yediğim en lezzetli lazanyalardan biriydi. Bu arada
söylemeden geçmeyelim, burada yapılan makarnaların hepsi de ev yapımı. Öyle
marketten bir paket hazır lazanyayı alıyım, haşlayalım yok. Zaten daha ilk
çatalda ev yapımı ve taze olduğunu anlıyorsunuz. Beşamel sosu olsun, ıspanak
harcı olsun hepsi çok güzeldi. Özelikle yanına hazırlanıp konulan domates sos
çok yakışmıştı. Kıssadan hisse başarılıydı.
Ana yemeklere geçmeden önce Can Bey tekrardan yanımıza geldi
ve menüdeki ana yemeklerden bir geçit sundu. Buradaki menü her hafta değiştiği
için her gittiğinizde farklı bir yemekle karşılaşmanız büyük olasılık. Ama
mutlaka balık, et, tavuk oluyor. Biz ana yemek olarak mantar soslu bonfile ve
ciğer söyledik. Bunların dışında tereyağlı ve limon soslu somon balığı, İsveçli
bayanın yediği portakal soslu levrek veya çipura da menüde mevcuttu. Bunların
dışında ahtapot ve kalamar da varmış ama maalesef öğlen bitmiş.
Daha önceden ciğeri, şiş ve kızartma olarak denemiştim ama
açıkçası buradaki karamelize soğan soslu ciğeri gerçekten merak etmedim değil.
Diğer yemekler gibi süslü püslü bir tabak masaya konulduğu zaman ilk önce bir
göz banyosu yaptık. Parmak şeklinde kesilmiş ciğerlerin altına patates püresi
konulmuştu ve karamelize hale getirilmiş soğan, armut ve elma dilimleri ile bir
kule haline getirilmişti. Bıçakla kestiğim ciğer yumuşacıktı ve bir parça ciğer
ve meyve parçalarını aynı anda yiyince; güzel bir seçim yaptığımızı anladık.
Ciğer süte yatırılıp, marine edildiğinden ötürü yumuşacıktı ve pişirilirken çok
fazla pişirilmemişti. Hani bıçakla kesilince hafif bir pembelik vardı ama
lezzetliydi. Her zaman pul biber soğanla yemeye alıştığımız ciğer, karamelize
soğan ve meyvelerle hoş bir kombin olmuştu.
Biz bir yandan ciğerin tadına bakarken, mutfakta Can Bey’in
siparişini verdiğimiz mantar soslu bonfilenin hazırlık aşamalarına şahit
olmakta ayrı bir keyifti. Ama ciğerimiz bitmişti ki mantar soslu bonfile
masadaki yerine sıcak sıcak, dumanı üstünde tüterek geldi. Bonfile parçalarının altına pirinç pilavı
döşenmiş ve ayrı bir çorba kasesinde bütün halde hazırlanan kremalı bir sosla
mantar sos getirilmişti. Bonfile zaten yumuşak bir et. Pek tabii ki yumuşak
olsa da, fazla pişirilince yumuşak et olur sana saman gibi kuru bir şey. Bonfilenin dışı iyice pişirilmiş ve içindeki
suyunu kaybetmeden hafif pembe bir şekilde bırakılmıştı. Üzerine döktüğümüz
mantar sosla harika oldu. Birde pirinç pilavı yağsızdı. Ben biraz yağlı severim
pilavı. O da nazarlık olsun artık.
Yemekler bitmişti. Pek tabii ki tatlılara sıra gelmişti. Günün
tatlı spesiyalleri arasında karamel soslu cheesecake, anjelik erik soslu vanilyalı
dondurma ve elma soslu tiramisu vardı. Ben tercihimi tiramisudan yana
kullanırken, eşim vanilyalı dondurmayı tercih etti. Elma soslu tiramisunun keki
tabii ki ev yapımıydı ve kreması çok hafifti. Her ne kadar kremanın nasıl
yapıldığını sorsam da, Can Bey işin sırrını vermedi. Ama elmalı sos, kabuk
tarçın tiramisuya çok yakışmıştı. Bir kaşık, iki kaşık derken tabağın dibini
buldum. Dikkat ederseniz tiramisunun üzerinde kırmızı karabiber var. Aa olur mu
demeyin, gerçekten yerken hiçte rahatsız edici boyutta değildi.
Dondurma ise yoğun vanilya tadıyla harikaydı. İçine konulan
gerçek vanilya parçacıkları dikkat çekiciydi. Erik sosuyla hafif tatlımsı ve
ekşimsi tadıyla vanilyalı dondurmayı da severek yedik.
Lezzetli yemekler ve yanında Can Bey’in hoş sohbeti, eminim
o akşam orada bulunan herkes için paha biçilmez bir gece olmuştur. Mekan ufak
olunca herkes birbiriyle çok kolay kaynaşıyor. Gecenin sonuna doğru yan masada
oturan Almanlarla neredeyse akraba çıkacaktıkJ
Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım diye Can Bey tüm masalara
kendi yaptığı çikolatadan ikram etti. İçine kavrulmuş fındık, ceviz ve badem
konulmuş çikolata, ağzımıza layıktı.
Burası hakkında kısa kısa son olarak şunları söylemek
isterim. Can Bey, michelin yıldızlı şef Alfons Schuhbeck’in yanında eğitim
gördükten sonra, Schuhbeck Inn Restaurant’ın şefi olarak mesleğine devam etmiş.
Şuanda da Sirkeci de kendi restaurantının şefliğini yürütmekte.
Mekan küçük olunca, Can Bey ilgilenebileceği kadar müşteriyi
kabul ediyor. Biz yemek yerken iki tane turist geldi, masada iki kişilik yer
olmasına rağmen özür dileyerek servis veremeyeceğini söyledi.
Bana kalırsa bu mekan zıtlıkların yeri. Şöyle ki, sunulan
süslü püslü yemeklerin yanında, porselen tabaklar ve gümüş çatal bıçak hayali
kurmayın, servis tabakları melaminden, çatal bıçaklar kağıt poşetin içinde.
Hatta yemek yerken mutfaktan çıkan tencere tavalar yanınızdan geçip,
bulaşıkhaneye gidiyor, yıkandıktan sonra geri geliyor, tüm bunlara şahit
olabiliyorsunuz. Hoş bir tezatlık.
Bu güzel yemeklerin yanında ne içtiğinizi yazmadın diye
soranlara. Taze sıkma portakal suyu ve nar suyu içtik. Nasıl yani bu yemeklerin
yanına güzel bir şarap fena olmaz mıydı? Derseniz. Cevabım şudur: maalesef bu
bölgeye alkol ruhsatı verilmiyor aynı zamanda burası Hocapaşa Camine çok yakın
o yüzden, alkolsüz içecekleri içmek durumundasınız. Hatta yemeklere alkol bile
konulmuyor.
Dünya mutfaklarının güzel örneklerini, makul fiyatlara yemek
isterseniz Can Oba’ya uğrayın derim. Bu yediğimiz yemekler yanında bir adet
sıkma portakal suyu, nar suyu, bir adet cola ve bir adet suya ödediğimiz ücret
150TL. Afiyetle kalın.
Adres: Hoca Paşa Mah. Hocapaşa Hamamı Sokak
No:10, 34112 Sirkeci/İstanbul
Telefon: 0212 522 1215
o yemeklerle ben doymam ama en sondaki çikolatada gözüm kaldı, hepsini yiyebilirim
YanıtlaSilCiğer ve bonfile favorim oldu :))
YanıtlaSilBu değerlendirme bardağı taşıran son damla oldu!
YanıtlaSilCan Bey'i ziyaret etmek artık şart oldu!
:)