Hani derler ya, mutlaka ölmeden önce şunu yap, bunu yap
diye? Bende hayatta yapamam, yapmam vallahi dediğim şeyi yaptım. Ne mi? Balon
turunu!!! Beni tanıyanlar, hadi canım,
yükseklik korkusu olan sen nasıl bindin dediğini duyar gibiyim. Vallahi de
bindim, billahi de. Bende şaştım kaldım bu işe.
Öncelikle peşin peşin söyleyeyim, inanın hiç korkacak bir şey yok, bana
güvenin. Tek yapmanız gereken güvenilir bir firmayı tercih etmek olmalı.
Öncelikle biz grup olarak Balon Turka firmasını tercih
ettik. Fiyat olarak 100 Euro diyebilirim. Ama bu fiyat sakın gözünüzü
korkutmasın. Zira balona binip, indikten sonra bu fiyatın az bile olduğunu
düşüne bilirsiniz.
Gelelim balon maceramızın nasıl başladığına. Sabahın köründe
yani karga bokunu yemeden, horozlar daha ötmez iken. Saat sabaha karşı 4’te
yola çıktık. Otelimizin önünden tur firmasına ait bir minibüs bizi aldı ve
doğru tur acentesine gittik. İlk işimiz kahvaltı etmek oldu. Gerçi kahvaltı
dediysem mükellef bir kahvaltı değildi. Çoğunlukla tatlı kurabiyeden oluşan bir
sofra kurulmuştu. Birkaç bardak çay ve kurabiye ile yapılan atıştırmadan sonra,
tekrar minibüsümüze atladık ve balonun kalkacağı alana gittik. Hava yavaştan ağarmaya
başlıyordu. Ve gökyüzü yavaş yavaş süzülen balonlarla kaplanmaya başlamıştı.
Sıramızı bekleyerek bineceğimiz balona yönlendirildik. Balonlar 20 ve 28 kişilik
olarak ayrılmıştı. Ne yalan söyleyeyim balona doğru yürürken, aldı beni bir
heyecan ’yoksa geri vites mi yapsam acaba’ diye düşünmedim değil hani.
Biz heyecan
içerisinde balonun sepetine binmeye hazırlanıyorduk ki, balon sepetinde fazladan
insan olduğu tespit edildi. 4 kişinin yanlışlıkla bindiği balondaki kişiler
neyse ki aşağıya indi de bizde hop diye bindik. Sırada balonda dengeni
sağlanmasın gelmişti. Fransız bir bayan illa ki sepetin kenarında olup, aşağıya
bakmak konusunda ısrar üstüne ısrar edince, kaptanımız çileden çıkmaya
başlamıştı. Neyse ki Fransız bayan ısrarından vazgeçti. Görevliler hepimizi
emniyet kemerlerini bağladılar ve sırada havadan aşağıya inerken neler yapmamız
gerektiğini anlatan kısa bir eğitimi almaya gelmişti ki, hemen yanı başımda
bulunan Koreli bir grubun rehberi sürekli konuşuyordu, pilotumuz bir ihtar, iki
ihtar derken resmen patladı ve beni dinlemiyorsanız başımıza bir şey gelirse
sorumlu sizsiniz demesiyle ortam biraz gerildi. Ve biz ne olduğunu anlamdan
kalktık. Anlayacağınız kendime nasıl kalkacağız, acaba sarsıntı olacak mı? Sorularını
sorarken bir baktım ki havalanmışız. İşte o anda gördüğüm manzara heyecan ve
panikten çok iyi ki binmişim oldu. Metrelerce yukarı çıkıyorsunuz ve kuş misali
havalanıyorsunuz. Güneşin doğuşu bir yanda, diğer yanda rengârenk balonlar. Kendimi
fotoğraf çekmekten alamadım dersem yeridir.
1 saat gökyüzünde kah peri bacalarına yaklaşarak kah
uzaklaşarak, pilotumuzun bilgiler aktarmasıyla keyif dolu bir saat geçirdim.
İnişe geçtiğimizi anlamadan, hiçbir sarsıntı yaşamadan sağ salim aşağıya indik.
Sırada kutlama ve sertifika alma vaktiydi. Balondan iner inmez hemen bir masa
kuruldu ve kadehler dizildi. Görevlilerin kısa bir teşekkür konuşmasından sonra
şampanyalarımız patlatıldı ve biz de keyifle yudumladık. Uçuş sertifikamızı da
aldıktan sonra bu güzel anı ölümsüzleştirdik. Tekrar minibüsümüze binip,
görevliler tarafından otelimize bırakıldık. Balon hakkında söyleyeceğim tek
şey, mutlaka balon’a binin, inanın pişman olmayacaksınız. Bu arada her hava
koşulunda balon aktivitesi yapılmıyor. Günlük hava raporu ve rüzgârın esiş yönü
eğer uçmaya uygunsa bu aktivite gerçekleştiriliyor.
Sabah erken kalkmış olsam bile halimden gayet memnundum.
Otel’de bir güzel kahvaltı ettikten sonra istikametimiz Nevşehir’in Hacıbektaş
ilçesinde bulunan Hacı Bektaş Veli Türbesi. Oldum olası türbe ziyaretleri bana
ayrı bir huzur verir. Sanki ruhum yenilenir, arınır gibi gelir. Hacı Bektaş
Veli büyük bir düşünür olması yanı sıra İslamiyet’in yayılmasında da büyük
katkıları olmuştur. Türbesi milyonlarca Sünni ve Alevi Müslümanlar tarafından
ziyaret edilmektedir.
Adım adım yürürken daha giriş kapısında kendi tarlalarında
yetiştirdikleri ürünleri satan köylüler dikkatimi çekiyor. İstisnasız her
geçene ikram ediyorlar, ister alın ister almayın. Büyük bir avluya geldiğim de
dikkatimi bir çeşme çekti. Çeşmenin ismi
Üçler Çeşmesi. Etrafı kalabalık. Bidon bidon su dolduranlar ve içenlerle dolu.
Bende şifa niyetine bir bardak içtim. Büyük avludan geçtikten sonra ikinci
bölüme geçtim. Esas görülmesi gereken müze ve türbe bu bölümde başlıyordu. Ve
içeri ücret karşılığı giriliyordu. İçeri girer girmez beni meydan havuzu
karşıladı. Sağ tarafta ise meşhur Aslanlı Çeşme tüm ihtişamıyla duruyordu.
İnanca göre suyu şifalı olan çeşme burasıymış. Artık ister suyu için, ister
yüzünüzü yıkayın tabi kalabalığı aşabilirseniz.
Sırayla aş evi, konuk evi, mutfak, meydan evi gibi bölümleri
gezerek Ak kapıya geldim. İşte buranın içerisinde Hacı Bektaşi Veli’nin türbesi
bulunuyordu. Ayağıma galoşları geçirerek, içeri girdim. İçeri girer girmez
çilehane ve mescidi geçince mermer bir kapıdan içeri girdim. İşte o anda içimi
kaplayan enerjiyi tarif etmek imkânsızdı. Hacı Bektaşi Veli’nin türbesi, harika
bir sanat işçiliğin sergilendiği bir oda da duruyordu. İçeri giren herkes, içeride kendi ibadetini
yapıp çıkıyordu. Değişik duygular içerisinde avluları arkamda bırakarak
çıkmanın verdiği huzurla hemen dışarıda bulunan hediyelik eşyacıları gezdim.
Yüzyıllar öncesinde yaşayan insanların o zaman ki bilgeliği ve öngörüleri
karşısında insan gerçekten şaşırıp kalıyor. Özelikle Hacı Bektaşi Veli’nin
söylediği sözler karşısında, o sözlerin günümüzde uygulanmadığını bilmek ise
insanın canını acıtıyor.
İçim huzurla dolarken, midem de acıkmıştı. Kapadokyaya
gelipte bir çömlek kebabı yenmez mi? Diyerek soluğu Uranos Sarıkaya’da aldım. Öncelikle
burası bildiğimiz restaurantlardan değil, kayalar oyularak yapılmış, mağara
restaurant diyebiliriz. İçeri girer girmez alabildiğince uzun bir koridor bizi
karşıladı. Ürkütücü değil bizzat mobilya ve iç süslemeleriyle, ışık
efektleriyle gerçekten şaşırarak içeri doğru süzüldüm. Doğrusu
hiç böyle bir mekan beklemiyordum. Ve yemek
salonunda masalar yerine dizi dizi aşağıdan yukarı sıralanan kayaların oyularak
yapıldığı masalar vardı. Gerçekten çok değişikti. Bize gösterilen masaya
oturduk ve başladık beklemeye. Buraya daha çok gruplar geldiği için öğle yemeğinde
bile mutlaka rezervasyonsuz gelmemek lazım aksi taktirde geri dönebilirsiniz.
Öğle yemekleri çorba, kuru fasulye, çömlek kebabı ve tatlı
olmak üzere fix menü olarak sunuluyor. Çorba olarak bugünkü menü de mercimek
çorbası vardı. Sıcak sıcak gayet güzeldi.
Çömlek kebabı öncesi damaklar şenlensin diye bir tabak kuru
fasulye sofra da yerini aldı. Öyle sade kuru fasulye değil, pastırmalı kuru
fasulyeyi mideye indirdim vallahi. Tadı tuzu harikaydı. Fasulyeler tam
kıvamında pişirilmişti. Ekmeği tabakla sıyırıp, fasulyeyi bitirdim.
Sabırsızlıkla assolisti yemeği bekliyordum ki, kapıdan büyük
bir seremoni eşliğinde çömlek kebabımız geldi. Öncelikle çömlek kebabı bir
kişiye yada iki kişiye yapılmıyor. Genellikle gruplara özel yapıldığı için,
yemek öncesi bir çömlek kebabı şovu sunulup, çömleğin içindeki kebap büyük bir
servis tabağına boşaltılıp, servis yapılıyor. Bide bir grup olunca ilk önce ustanın
bir güzel anlatımıyla, çömlek kebabı kırıldı ve servise hazırlandı. İçinde
bolca et, patates ve patlıcan bulunan kebap yanında arpa şehriyeli pilavla
servis edildi. Aslında şekil İtibarıyla biraz türlüyü andırsa da çömlekte, ağzı
kapalı bir şekilde pişirilmesi tadını değiştirip, lezzeti üst seviyelere
çıkartıyor. Ayılarak, bayılarak yedim diyorum ve hemen tatlı finale geçiyorum.
Tatlı olarak aslında yöreye özgü bir tatlı beklentilerim
vardı ne de olsa buraya yerli turisttin yanı sıra yabancı turistler de
geliyorlar ama tatlı olarak baklava sunuldu. Şaşılacak derece de baklava gayet
güzeldi. Hafif ılıktı büyük ihtimalle yeni pişirilmişti. Etrafta ki bazı
kişilerin kendi imalatları mı yoksa dışarı da mı yaptırdıklarını sorduklarına
şahit oldum. Beğenenler çoğunluktaydı.
Yedik, içtik biraz yürüyelim dedik ama soluğu kuruyemişçi de
aldık. Biliyorsunuz Nevşehir’in sütte kavrulmuş kabak çekirdeği meşhurdur.
Hazır gelmişiz biraz kabak çekirdeği alalım dedik ve Beyzade kuruyemişe
uğradık. İçerisi hınca hınç doluydu. Misafirperverlik güzel, ikramlar süperdi. Ama
içerisi çok kalabalıktı. Önce tadım sonra alışveriş diyerek Beyzade
kuruyemişten kabak çekirdeği, elma çayı ve kayısı ezmesinden oluşan çikolata
kaplı lokum alışverişi yaparak ayrıldım.
Kapadokya’nın olmazsa olmazıdır, çömlek atölyeleri. Zaten
nereye baksanız çömlekleri görmeniz mümkündür. Çok kolay görünse de ustalık
ister çömlek yapımı. Sevdiklerinize hediyelik almak isterseniz o zaman tam
yerindesinizdir. Bende hem hediyelik bir şeyler bakmak hem de çömlek nasıl
yapılırmış diye öğrenmek için Çavuşin Çömlekçiliğe gittim. Önce çömlek nasıl
yapılırmış onu öğrendim sonra da mağazayı gezdim. Öncelikle çömlekçilik
çıraklıktan ustalığa yol alan bir şey. Hemen ben öğrendimle olmuyormuş. Eskiden
çömlek yapımında kullanılan tezgah ayağa kuvvet işlerken şimdi elektrikle
çalışanını yapmışlar. Ben eski usul yapımını izledim ve sizle de paylaştım.
Usta kıvrak hareketlerle 5 dakika da harika bir çömlek yaptı. Böyle bir mesleği
olanlara saygıyla eğiliyorum.
Gün biterken artık dere tepe gezmekten yorulduğumu itiraf etmeliyim.
Otel’de biraz dinlenme sonrası gece için güzel bir programımız vardı. Türk
Gecesi! Görünüşte turistlere yönelik bir aktivite gibi görünse de Türk
Turistler için hatta yöre insanı bile bu meşhur Türk gecesine katılmaktaymış.
Bizim başımız kel mi? Diyerekten akşam için hazırlanıp Türk Gecesinde boy
gösterdik. Kapadokya’da bir çok Türk gecesini düzenleyen mekan var fakat biz
tercihimizi öğlen yemeğimizi de yediğimiz mekan olan Uranos Sarıkaya’dan yana
kullandık. Türk gecesinde de iki çeşit menü uyguluyorlar. İster yemek
isterseniz yada benim tercih ettiğim
gibi meze, kuruyemiş ve sınırsız alkollü içecekten oluşan menüyü tercih
edebilirsiniz. Rezervasyon kesinlikle şart. Saat akşam 9 gibi program başladı.
Genelde otellerden çok aşinayızdır turistlere yönelik Türk geceleri ama biz
yerli turistler için çekilmez ve biraz yavan gelir oysa burada izlediğim Türk
gecesi gerçekten çok güzeldi. Bir kere dansçılar hem profesyoneldi hem de
görsel şov olsun dans çeşitliliği olsun gayet güzeldi. Kına gecesi ve damat ritüellerinden tutun da,
horon’a kadar tüm danslar oynandı. Tabi ki dansöz olmazsa olmazlardandı.
Davullar, zurnalar eşliğinde oynandı. Finalde de Türk bayrağı açılarak program
bitti. Ben izlerken çok keyif aldım, değişik bir gece geçirmek isteyenlere
tavsiye ederim.
2 günlük Kapadokya gezimiz burada son buldu. Hafta sonunu
değerlendirmek için planlara dahil edilecek güzellikte bir yer Kapadokya. Öyle
ki her mevsimi güzeldir. O yüzden diyorlar ya buraya bir kere değil defalarca
gelinir diye. Gerçekten de aslında burayı keşfetmek için iki gün çok az.
Yabancı turistlerden buraya gelenler 1 haftadan fazla kalıyorlarmış. Çok
keyifli bir hafta sonu geçirdim ama ne yalan söyleyeyim buraya benim ikinci
gelişim olmasına rağmen yıllar öncesi nasılsa yine öyle buldum Kapadokya’yı. Tezgâhlar
da satılan objeler hep aynı hiçbir değişiklik yok. Biraz özen göstersek ne olur
acaba diye düşünmeden edemiyor insan. Hep turistleri kazıklama derdi. Sonra
neden alışveriş yapmıyorlar diye düşünüp dururuz. Bu düşünce yapımızı
değiştirdiğimiz zaman kazanmaya başlayacağız inanıyorum. Haydi, bakalım ben
gezdim ve yazdım. Şimdi sıra sizde, yolunuz açık olsun.
Kapadokya gezisinin 1.Gün yazısı için tıklayınız.
0 yorum:
Yorum Gönder